İzmir’de bir eylem oldu. Ama bu öyle alışıldık, megafonlu, sloganlı bir eylem değildi. Bu kez şişler konuştu, yumaklar haykırdı.
Birbirine düğüm düğüm bağlanan ipler, direnişin ve dayanışmanın en yumuşak ama en güçlü haline dönüştü. Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde, Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde bir araya geldiler. Adlarına “Boykotu Örüyoruz” dediler. Ellerinde tığlar, şişler… Kimi ipini kapmış gelmişti, kimi sadece elleriyle… Ama hepsinin yüreğinde aynı sıcaklık, aynı isyan, aynı umut vardı: “Birlikte güzel bir yaşamı örmek için örüyoruz.”
Bu çağrıyı İzmir Bağımsız İnisiyatifi yaptı. Ama cevap, örgüde saklıydı. “Ne örüyorsunuz?” diye sorduk. Cevap o kadar netti ki:
“Dayanışmayı örüyoruz. Birlik ve beraberliği örüyoruz. Gür çıkan sesleri örüyoruz. İsyanı örüyoruz. Direnişi örüyoruz. Ekrem İmamoğlu’na ve tüm tutuklularımıza özgürlük için örüyoruz.”
Onlar o gün bağırmadılar. Ama her bir ilmik bir çığlıktı. Her düğüm bir arkadaşın adını fısıldadı. “Bu ipliklerin hepsi içerdeki arkadaşlarımız için,” dedi biri. “Bu sefer bağırarak değil, örgülerimizle desteklemek istedik,” diye ekledi bir başkası. İlmek ilmek ördükleri şey sadece bir pankart değil, kolektif bir bellekti, sessizce haykıran bir vicdandı.
Örgü, burada bir eylem biçimi değildi sadece. Örgü, örgütlenmenin ta kendisiydi.
“Örmek fiili zaten örgütlenmekten gelir” dedi biri, şişini göğe kaldırarak.
Ve ördüler: İçerdekiler için, hak için, hukuk için, adalet için.
Birinin sesi titreyerek yankılandı kalabalıkta:
“Hiç kimseyi arkada bırakmayacağız.”
Konuşmalar bitmedi, çünkü her biri yeni bir hikâyeydi.
“Bence sabrı gösteriyor,” dedi biri, “ilmek ilmek, yavaş yavaş, küçük küçük, ama hiç bırakmadan direnebiliriz bu duruma.”
Bir başkası için örmek; “kaderi, ekmeği katık yapmak gibiydi.”
Biri gözlerini yere indirerek:
“Bir başkası için adalet aramamıza gerek kalmayacağı zamana kadar örmeye devam edeceğiz,” dedi.
Onlar örgü örerken Türkiye’nin üzerine çöken gri bulutlar biraz olsun aralandı. Tutuklu üniversite öğrencilerini konuştular. Tüketim alışkanlıklarını, beslenme biçimlerini, bazen de vegan olmanın imkânsızlığını, ama yine de direnmenin yollarını paylaştılar.
Örgü bir sohbetti.
Örgü bir başkaldırıydı.
Örgü bir dua gibiydi.
Örgü bir umuttu.
Boykot da vardı orada, ekonomik direnişin sessiz ama net mesajıydı bu eylem. Hükümete, sisteme, adaletsizliğe karşı örülen yumuşak ama sarsıcı bir duvardı. Fransız İhtilali’nin ören kadınlarını anımsattılar.
O eller, o parmaklar…
İlmik ilmik atan şişler…
“Yaşasın örgütlü mücadele,” dediler hep bir ağızdan.
Bu eylem sadece bir protesto değil, bir kültür inşasıydı. Örgüye yüklenen anlam İzmirli kadınların yüreği gibi kocamadı.
Bu eylem Türkiye’nin başka yerlerinde de yankı bulursa, bir simgeye dönüşebilir.
Kadının direnciyle, sabrıyla, üretkenliğiyle şekillenen bu eylem,
Türkiye’nin soğuk rüzgarlarına karşı bir demokrasi sıcaklığıydı.
Elinde şiş, dizinde yumak… Kadınlar yürümüyordu o gün, ilmek ilmek direnişi örüyorlardı. Ne megafon vardı ellerinde ne pankart, ama her düğüm, her ip parçası bir çığlıktı susturulamayan.
Onlar tüketmeyerek konuştu, harcamayarak haykırdı.
Çünkü artık sadece sokaklar değil, market rafları da bir mücadele alanıydı.
Ve kadınlar bunu en iyi bilenlerdi.
Tencereden yükselen buhar kadar güçlü, ekmek kadar gerçek, ilmek kadar sabırlıydılar.
Ve biz şimdi biliyoruz:
Kadınlar ördükçe, özgürlük büyüyecek.
Her ilmek sevgiyi örsün,
Her düğüm çözülene dek devam etsin.
İzmir’in kızları,
Örgünüz, kelimelerden daha çok şey anlatıyor.
Elleriniz dert görmesin.
Siz ördükçe büyüsün umut, sarsın dört bir yanımızı sıcacık bir adalet battaniyesi gibi.
Direnişiniz gibi, elleriniz de hikâyenizi sonsuza dek dokusun.