Bir zamanlar Bakırçay, Gediz ve Büyük Menderes, yalnızca su değil, uygarlığı da taşıyordu Ege ve Akdeniz’e.
İzmir Körfezi, medeniyetin sularıyla çevrilmiş bir cennet gibiydi. Antik çağlarda bu kentin kurucusu, bir Amazon kraliçesiydi. O günden bugüne, İzmir hep güçlü kadınların, özgürlüğün ve tarihe yön veren hikâyelerin şehri oldu.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde, Türkiye Gazeteciler Sendikası üyesi olduğum için sendikal hak olarak izinliydim. Ancak o gün benim için yalnızca bir tatil değil, tarihe tanıklık edeceğim bir gündü. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin Cumhurbaşkanı Adayı Sayın Ekrem İmamoğlu, İzmir’e geliyordu. Ancak ben, bu tarihi ana tanıklık etmek için sabırsızlanırken, annemin sağlığıyla da ilgilenmek zorundaydım. Alelacele giyinip İzmir’in masmavi Körfezi’ni selamladıktan sonra tramvaya binmek için balkona çıktığımda ise büyüleyici bir manzara ile karşılaştım.
Ülkenin Cumhurbaşkanı olarak Ekrem İmamoğlu’nu İzmir Körfezi ilk kez müjdeledi, dalgalar kuşlarla birlikte fısıldadı ve rüzgâr, geleceğin liderini öngören bir sır gibi şehre ulaştı.
İzmir’in Aşk Masalları’nı yazan bir yazar olarak işaretlere her zaman inanmışımdır. Çocukken misafir odamızdaki büyük pembe deniz kabuğunu kulağıma dayar ve uzak denizlerin sesini duymaya çalışırdım. Denizin sesi, benden kilometrelerce uzakta olmasına rağmen, mucize bir bağ ile kabuğun içinde yankılanırdı. O an, zaman ve mekânın ötesine geçmenin mümkün olduğunu hissetmiştim. İşte o gün balkona çıktığımda, İzmir Körfezi’nin kuşları, tıpkı o deniz kabuğundaki gibi bana bir mesaj veriyordu. Körfez’in üzerinde büyük daireler çizerek uçuyorlardı. Bunu hemen videoya çektim. O an anladım ki, İzmir, Ekrem İmamoğlu’nu büyük bir sevgiyle karşılıyordu.
Hemen hazırlandım, aşağı indim ve tramvaya yetiştim. Tramvay vatmanına, “Lütfen beni Ekrem İmamoğlu’na yetiştirir misiniz?” dedim. Hayatın bana sunduğu bu işaretler o kadar güçlüydü ki, sanki tramvay bile hızlandı. İzmir’in kadınları ve kızları, vapurların, martıların ve rüzgârın eşlik ettiği bir sevgi seliyle, Ekrem İmamoğlu’nu karşılamaya gidiyordu.
Hatta, Türk sanat müziği sanatçısı Işıl Aktan ve eşi de tramvayın içinden kuşları izliyorlardı. Eşi, “Kuşlar gibi İzmir’in kızları da vefasız,” dedi. Bunun üzerine Işıl Hanım itiraz ederek, “Hayır, asla vefasız değiller! İzmir’in kızları ve kadınları, tam da bu yüzden Ekrem İmamoğlu’nu karşılamaya gidiyor. Ona çok selam söyleyin,” dedi. Ekrem İmamoğlu’na selamı da üzerimde kalmasın…
Üçkuyular İskelesi’ne vardığımda, tarihî bir ana tanıklık ettiğimi hissettim. Körfez’in üzerinden gelen vapur, tıpkı bir masal gibi süzülerek iskeleye yanaşıyordu. Kalabalık, heyecanla doluydu. Sayın İmamoğlu, İzmir’in kadınları tarafından büyük bir coşkuyla karşılandı. Sekiz kadın ilçe belediye başkanı da bu kutlu günde İzmir’in onuru gibi duruyordu. Onlar, Cumhuriyet’in kadınlarıydı, Cumhuriyet’in devrimini temsil ediyorlardı. Ve Ekrem İmamoğlu, tam da bu devrimi sahiplenen bir lider olarak halkın karşısına çıkıyordu.
Ben bir gazeteci olarak her detayı yakalamaya çalışıyordum. Ancak o anların duygusunu tam anlamıyla kaydedebilecek bir kamera olmamasına üzüldüm. Çünkü İzmir’in kadınlarının gözlerinde parlayan umut, objektiflere sığmazdı. İmamoğlu’na imzalayıp verdiğim kitabım bile, bensiz ancak karenin sağ üst köşesine sığabildi.
Bugün burada, Ekrem İmamoğlu’nun Cumhuriyet’in ve halkın adayı olarak yola çıktığını gördüm. Bu, bir halk hareketiydi. Sevgiyle, inançla, umutla örülmüş bir yürüyüştü.
Cumhuriyet, aynı zamanda bir kadın devrimidir. Türk kadını, tarih boyunca hakları için mücadele etmiş, cesareti ve dirayetiyle toplumsal değişimin öncüsü olmuştur. Nitekim 1828 yılında, İzmirli kadınlar üç gün süren örgütlü direnişleriyle ekmek zammını geri aldırarak halkın hakkını savunmuşlardı. Bugün de aynı ruhla, Mustafa Kemal Atatürk’ün emanet ettiği Cumhuriyet’i korumak için, örgütlü ve kararlı bir şekilde Ekrem İmamoğlu’nun etrafında kenetlendiler. Onlar, Atatürk’ün “Dünyada her şey kadının eseridir” dediği, aydınlık yarınları inşa eden güçlü Türk kadınlarıydı.
Ve… İmamoğlu’nun konuşmaları, İzmir kadınları için bir selam niteliğindeydi. Güzel İzmir’in kadınlarına duyduğu sevgiyi dile getirirken, aslında bir şehri değil, bir ruhu onurlandırıyordu. Cumhuriyet’in kadınlarını, Atatürk’ün emanetini ve bu toprakların özgürlüğünü…
O gün orada, bir masalın gerçeğe dönüştüğünü gördüm. Ve belki de en güzeli, “İzmir’in Aşk Masalları” kitabım Sayın İmamoğlu’na rehber olur diye düşündüm. Derin bir nefes aldım, İmamoğlu’yla aynı çağı paylaştım ve o anın heyecanını tüm varlığımla hissettim.
Çünkü aşk bir masaldır. Su gibi akar; teni yıkar, ruhu arıtır, varlığını yok eder. Ve o gün, İzmir’in aşkı Körfez’in sularında yankılanıyordu.