İzmir, üç dört gündür puslu. Sabahları gri bir tül perde gibi şehrin üzerine inen sis, gökyüzünü saklıyor. Ama bu pusun ardında bir gerçek var: İnsanların kalplerinde yanan bir ateş. Sokaklar, caddeler, tramvaylar… Hepsi aynı fısıltılarla dolu. Kimse yüksek sesle konuşmuyor belki ama herkesin zihninde yankılanan tek bir cümle var: Bu haksızlık.
Bir şehrin rüzgârı bile bazen isyan eder. 19 Mart sabahı, İstanbul’dan gelen haber İzmir’in rüzgârını tersine çevirdi. O gün burada sadece hava değil, vicdanlar da karardı. Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınışı, İzmir’in hafızasına kazınan bir yara gibi derinleşti. Sokağa dökülenler, ellerinde pankartlarla yürüyenler, tramvayda gözlerini telefondaki haberlere kilitleyenler… Hepsinin yüreğinde aynı ağırlık vardı: Adalet duygusunun çiğnenişi.
Ve sonra, 23 Mart geldi. Ön seçim sandıklarında sadece oylar değil, halkın iradesi de mühürlendi. Hasta yatağından kalkıp sandığa gidenler, bastonuna dayanarak oy veren yaşlılar, çocuğunu kucağına alıp sandık başına gelen anneler… Onlar yalnızca bir isme değil, bir inanca oy verdiler. Çünkü biliyorlardı: Bazı liderler yalnızca yöneten değil, bir milletin vicdanı olur. Bazı isimler yalnızca bir insan değil, bir halkın umudu olur.
Ekrem İmamoğlu, 8 Mart’ta İzmir’e geldiğinde, Konak Meydanı’nda ona uzanan binlerce el vardı. O eller şimdi havada değil belki ama yüreklerde sıkı sıkıya kenetlenmiş durumda. Tutuklanansa sadece bir belediye başkanı değildi; bir şehrin umudu, bir ülkenin adalet duygusuydu. Ve İzmir bunu unutmaz. Tarih, halkın sevgisiyle taçlanan liderleri unutmaz.
İmamoğlu’na uzanan sevgi, yalnızca bir seçim döneminin değil, bir çağın hikâyesi. Halk, liderini seçerken yalnızca bir ismi değil, onun ardında yanan ışığı da seçer. O ışık, yalnızca bir belediye binasında değil, milyonların yüreğinde parıldar. Ve bazı isimler vardır ki, yalnızca bir belediye başkanı olarak anılmaz; o, bir şehrin sokaklarına, bir milletin dualarına, tarihin sayfalarına kazınır.
Ve sonra, umutlarını kâğıda dökenler oldu. Sandıklara oy bırakamayan ama yürekleriyle oy verenler… Bir çocuk, titrek ama kararlı bir el yazısıyla yazdı:
“Ekrem Amca, seninle ilk kez Beylikdüzü’nde karşılaşmıştık. Konuşmanı yarıda kesip, ‘Benim güzel prensesim benimle fotoğraf çektirmek istiyor’ demiştin ve sarılmıştın. O zamanlar sekiz yaşındaydım. Şimdi lise birinci sınıfa giden, Atatürk’ün izinde ve sana tüm kalbiyle inanan bir genç kız oldum. Adaletin yerini bulmasını diliyorum. Sana inanıyoruz.”
Bir başka notta bir çocuğun sesi yükseliyordu: “Reşit olmadığım için oy kullanamıyorum. Ama oyumuz her zaman seninle. En kısa zamanda geri dön!”
Bir genç, umudunu kaleme dökmüştü: “Başarabilirsin! Her zaman arkamızdasın, biz de her zaman arkandayız!”
Engelli bir vatandaşın mesajı yürekleri burkuyordu: “Özürlü olduğum için oy kullanamıyorum. Ama seni çok seviyorum. İnşallah sen seçilirsin.”
Ve belki de en anlamlı cümlelerden biri, hepimize bir hatırlatmaydı: “İstiklal Marşımız ‘Korkma’ diye başlar. Korkmuyoruz, biz o marşın milletiyiz!”
Bu mesajlar yalnızca birer kelime değildi; bir umudun, bir inancın ve bir adalet arayışının sesi oldu. Çocukların, gençlerin ve engellilerin söyleyecek çok sözü vardı, oy kullanamasalar da kalplerinden gelen oylar çoktan sahibini bulmuştu.
Gri bulutlar, günlerdir güneşi saklıyor olabilir. Ama İzmir’in kalbinde, gözaltılar, yasaklar, baskılar bile söndüremeyecek bir güneş var. O güneş, şimdi Cumhurbaşkanı adayı olarak yükseliyor. Ve ne zaman o ses yeniden yankılanırsa, ne zaman ki halkın iradesi ışığını yeniden yakarsa, işte o zaman sadece İzmir değil, tüm Türkiye özgür bir nefes alacak. Ve her şey, gerçekten çok güzel olacak. Bu yüzden;
“Halkın Umudu Ekrem İmamoğlu”
Umudumuz var. Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi, “Umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır. Ben hiçbir zaman umudumu yitirmedim.”
Ve biz de yitirmedik…
Sonsuz umutla…