‘Andrea Minguzzi ve Yasemin Minguzzi’nin 14 yaşındaki oğulları Mattia Ahmet Minguzzi, Kadıköy’de Salı Pazarı'nda bıçaklı saldırıya uğramıştı, Ahmet Minguzzi iki haftalık yaşam mücadelesini kaybetti.’
Böyle yazıyor gazetelerin, haber sitelerinin sayfalarında. Ahmet daha on beş yaşında. Kaykay malzemesi almak için gittiği pazarda yaşıtı iki çocuk tarafından bıçaklandı. Annesinin ‘oğlumun gözünü melek öptü’ dediği oğlu artık yok.
19 Ocak 2007’de çalıştığı gazetenin önünde o zaman on yedi yaşında olan Ogün Samast tarafından öldürüldü Hrant Dink. Tam on sekiz yıl önce eşini kaybeden sevgili Rakel Dink şöyle demişti.’ ‘Yaşı kaç olursa olsun; 17 veya 27, katil kim olursa olsun, bir zamanlar bebek olduklarını biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılmaz kardeşlerim...’
Aradan tam on sekiz yıl geçti, ülke bebek katiller, çocuk cesetler, katili bulunmayan ölü kadınlar, tacizciler, tecavüzcüler, hırsızlar, arsızlar içinde yuvarlanıp gidiyor. Bizler on sekiz yıl önce bir şey yapmadan yapamadan oturduğumuz için, ya da az olduğumuz için o gün Hrant Dink’i öldüren bebek katiller ellerinde tesbihlerle törenlerle karşılandı. Dünün bebek katillerine özenen yeni katiller üreten fabrikaya dönüştü ülke.
Bizler bırakın içinde bulunduğumuz karanlığı, hiçbir şeyi sorgulamayan sadece kendi etrafını aydınlatacak insanlar haline dönüştürüldük. Tıpkı Ahmet Minguzzi gibi daha hayatının başında öldürülen ve katillerine ne olduğunu iki gün sonra unuttuğumuz mezarlığın içinde yürüyoruz. Ne önümüzü görüyoruz ne ardımızdan gelenin farkındayız.
Sadece kendi çevremizi aydınlatmak için yaktığımız mum erimiş zifiri karanlıkta el yordamıyla yol arıyoruz. Toplum olarak ölenleri görüyor, biliyor, susuyor ve sadece çalıştığımız işyerinden alacağımız maaşın hesabımıza yatacağı günü bekliyoruz. Biz toplum olarak o kadar zamandır bekliyoruz ki insan ister istemez bu suskunluğun ardından bir umut bekliyor; silkelenip kendimize geleceğimiz.
Bugün Yasemin Minguzzi’nin başına gelen yarın bizim başımıza gelmeyecekmiş gibi yaşıyoruz. Elimizin kolumuzun katillere çarptığı sokaklarda, kimin katilimiz olacağını bilmeden gözü kararttık yürüyoruz.
Bundan bir yıl önce yine on beş yaşında ve yine on beş yaşında bir çocuk tarafından öldürülen Hacer Çetinalp gibi Ahmet Minguzzi gibi bir çok çocuk avuçlarımızın arasından kayıp gidiyor biz sadece izliyoruz.
Sınıf ayrımı yapmadan söylemek gerekirse, bugün sadece izlediğimiz iki üç gün üzüldüğümüz yangınların ateşi bir gün bizim yüreğimize kadar ulaşacak. Ateş düştüğü yeri yakmayacak. Oğlunu kaybeden Yasemin Minguzzi’nin oğlu için paylaştığı şiirle boğalım tüm sayfayı. Öyle bir boğalım ki yarına bizden biz kalmasın. Tertemiz dünyaya uyanalım.
“Yazmadım seni daha,
sevmeye ayırdım tüm zamanları,
yazmaya bu yüzden vaktim olmadı.
ben düşünmeye başlayınca seni
-ki bu bir önceki düşünmenin sonundan çok
öncedir-
inan ki dağlar, taşlar,
inan ki bulutlar, yağmur ve kar
toprakla su ve gökyüzü,
güneş ay ve yıldızlar
onlar da benimle birlikte
ve onlar da benim kadar seni düşünürler...
hep dalgınım bu günlerde
saati cezveye koyup yumurta tutuyorum,
bir gün takvime bakmasam yılı unutuyorum.
aklım başıma gelmiyor,
başıma çarpmadan dallar
yolda yürürken dalıp dalıp gidiyorum.
nisan'a kaç var diyorum saati sorarken.
hiç böyle olmamıştım.
bilenlere sordum;
'aşk bu' dediler..."
Şiir: Metin Vural