Bir çoğumuzun sürekli duyduğu cümle ile başlamak istedim, ‘Güzel günler göreceğiz çocuklar, motorları maviliklere süreceğiz’. Ortalama yirmi üç yıldır bırakalım motoru, maviyi, haydi güzel günden de vazgeçelim onu da ekleyelim gelmeyenlerin sırasına, şöyle derinden oh be dediğimiz bir gün yaşayamaz olduk.

Bizim nesil, bizden önceki nesil, ondan daha önceki nesil diye sıralama yapsak muhtemelen hepsinin özgür bir ülke, eşit işe eşit ücretin ödendiği bir ülke, ana dilde eğitimin olduğu, insanların insanca yaşadığı , kadınların ikinci sınıf görülmediği, öldürülmediği, parasız eğitim, parasız sağlık, barışın geldiği ülke diye listenin uzadığı bu hayaller için birçokları yaşadığı dönemde mücadele etti. Her eylemde söylenen bir slogandır ‘düşene dövüşene bin selam’ Düşenler de oldu dövüşenler de ben de buradan hepsine selam edip bugüne döneyim.

Yirmi iki yaşında bir oğlum var. Eylemlerde büyüttüm desem abartmış olmam.  ‘İş mama özgürlük’ diye slogan attığı yaşlardan’ siz bu ülke için ne yaptınız, bu kötü günleri yaşıyorsak sizin nesil yüzünden’ dediği yaşlarına tanıklık eden bir anne olarak evet kendimi sorguluyorum. Bizler yeterince gür ses çıkarabilseydik, biz o dönemler sokakları meydanları bu kadar yalnız, bu kadar karanlıkta bırakmasaydık bugün yok olan bir ülkenin bu anlarına tanıklık etmeyecektik belki de. Bizler dün ‘aman canımız acımadı ki ‘ modunda yavaş yavaş içi boşaltılan, anlamsızlaştırılan, adım adım özelleştirilen her bir zerremiz için her birimiz sesimize bir ses daha ekleyebilseydik bugün her yaşanan şey de umutsuzluğun dipsiz kuyusuna düşüp yavaş yavaş boğulmayacaktık.

Kendimizin yeterince mücadele ettiğine o kadar ikna olduk ki, şimdiki gençleri apolitik olmakla, sorumsuz, duyarsız olmakla suçladık her üzüme düştüğümüz masanın siyaset sohbetlerinde. Bizler o kadar fazla konuştuk ki üzüm masalarında ülke gündemini, çalınanları, kaybettiklerimizi, kazandığımız hakların bir bir yok oluşunu, üstüne limonlu soda içince unuttuk. Ülkenin geleceğini karanlık bir ülkede yolunu bulmaya çalışan ortalama 18 yaşında olan gençlere bıraktık. Üstte rahat rahat siyasetini yapan, koltuğunun konforunu yaşayan her hangi bir partinin peşinden giden farklı partinin emekçileri çalışanları , öğrencileri, akademisyenleri, sanatçıları olarak kavga ettik birbirimizle. Koltuğun, paranın, huzurun, ne olduğunu bilmeyen bizler altta bir birimizi yerken, en ufağından en büyüğüne, en sağcısından en solcusuna hiç bir partinin önceliği olmadık halk olarak. Kurtarmak istedikleri ilk şey makamları, sonrası kendi çocukları ve yakınları, sonrası hep sakladıkları kasaları oldu.

Yine bazı dönemlerde yaşanan kritik anlardan geçiyoruz. Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptal edilmesi gözaltına alınmasıyla başlayan eylemler bugünde devam ediyor. 2013 yılında Taksim yayalaştırma projesi kapsamında Taksim Gezi Parkı’nın bir duvarının yıkılması ve ağaçların sökülmesi üzerine başlayan eylem gencecik insanların ölümüyle ve hala devam eden davalarla sonuçlandı. İktidarın trol diye tabir ettiğimiz sosyal medyacıları o dönem sürekli altını çizdiler. ’Mesele ağaç değil’ diye bas bas bağırdılar her fırsatta. Evet Gezi olaylarında da mesele ağaç değildi, bugün yaşanan eylemlerde de konu Ekrem İmamoğlu değil. O dönem de gençler başlatmıştı, bu dönem de ilk sesini çıkaran yine gençler oldu. Hani şu apolitik ve sorumluluk sahibi değil diye fişlediğimiz gençler oldu. Gençler o dönemde de iki ağacın kesilmesine o gün susarlarsa yarın başlarına ne geleceğini biliyordu, bugün de kendisini sevmeseler bile susarlarsa yarın ne olacağını biliyorlar.

Bizler herhangi parti çizgisinde ideolojisinde, partinin çizdiği çizgiler ya da tüzüğü doğrultusunda yol açmaya çalıştık o günün koşullarında. Bugünlerin yaşanacağını kimimiz öngördü sustu, kimimiz mücadeleden yoruldu sustu, kimimiz ‘benden geçti’ dedi sustu, kimisi partisinin çizdiği yolun dışına çıkmamak için sustu. Kimi ‘ben mi kurtaracağım?’ dedi sustu, kimi ‘herkese ne olursa bana da o olur’ dedi sustu. Kiminin çocuğu oldu onun kaygısı ile sustu, kimi partisine küstü de sustu. Kimi bedellerden bedel seçme şansı olmadan birçok bedel ödedi sustu, kimi ‘bu halktan bir şey olmaz’ deyip sustu.

Sebebi ne olursa olsun bu günleri bilip, gidişatı görüp, güzel bir filmi izler gibi izleyip sustuk. Biz sustuk, şimdi o apolitik dediğimiz gençler hiçbir ideolojiye bağlı olmadan (olanlar azınlıkta) yine konudan bağımsız gelecekte yaşayacağı özgür, mutlu, ekonomik sıkıntısız belki öngöremediğimiz nice güzel hayaller için sokaktalar. Koca koca koltuklarından gençlerin arkasına sığınan siyasetçiler utanıyor mudur bilemeyiz elbet ama umut ederiz ki hiçbir gencimizin saçının teline dahi zarar gelmesin. Fillerin tepiştiği çimenlerin ezildiği bir siteme kurban edecek bir gencimiz dahi yok. Sabrımız da yok!

Hiçbir toplumsal harekette hareketi asıl olması gereken yere örgütleyecek lideri bulamadığımız için mi yoksa toplum çok katmanlı olduğu için mi bir türlü yol alamayıp her harekette daha geriye düşüyoruz tartışılır. Bizim kaybedecek bir canımız daha kalmadı onu biliyoruz.  Bizim kaybedecek bir canımız daha yok, biz bir canımızı daha sırf örgütsüzlük yüzünden kurban etmek istemiyoruz. Biz bir gencimizi daha sağ sol fark etmez onların çıkarları için kurban vermek istemiyoruz.

Güzel günlerin gelmesi ve bireysel hiçbir çıkar gütmeden bugün sokak nöbetleri tutan gençlerin zarar görmemesi umudu ile.
ÇİÇEKLER AÇAN DAĞLARIMIZIN HATRINA GÜZEL GÜNLER ELBET BİR GÜN GELECEK