Sinema tarihine silinmez izler bırakan hukuk dramalarında birkaç ortak hat yakalamak mümkün. Bu filmlerde her şeyden önce mahkeme salonuna sığdırılmış kocaman bir tarihe, bütün bir ülkeye yahut toplumsal fay hatlarına tanıklık ederiz.
Merkez sinemanın nadiren peşinde olduğu tartışmalar etrafında gelişen bu hikayeler genel olarak; suçun toplumsal / sınıfsal arka planına dair düşünür, mahremiyet, hukuk, adalet gibi kavramları birer soru işaretine dönüştürmeye çalışır ve seyirciyi ‘cürüm’ün ötesine bakmaya teşvik eder. En nihayet jüri de yargıç da tanıklar ve iddialarla, hatta öykünün başında kuvvetli bir merakla izlenen ‘suç’un bizatihi kendisiyle birlikte silikleşir ve solgun düşüncelerle baş başa kalırız; adaletin, ahlakın ve hukukun, hâkim paradigmanın, güç odaklarının ve siyasal iktidarların kontrolünde ‘auta çıktığı’ dünyamıza geri döneriz. Masumların nadiren adalet bulduğu, suçluların ise bolca ‘hukuk’ vurgusu yaptığı bu deliliğe velhasıl…
Justin Triet’in soğuk ve mesafeli mahkeme draması ‘Anatomy of a Fall’da, kocasının şüpheli ölümü üzerine cinayetle suçlanan yazar Sandra’nın öyküsü anlatılıyor. Film, geriye döndüğü birkaç sekans dışında ağırlıklı olarak mahkeme salonunda geçiyor. Özenli ve incelikli yönetimiyle Triet, konunun ağılığını, ciddiyetini ve bilinmezlerle dolu doğasını aktarmada son derece başarılı. Bu eğilim, film sorularını sorarken ve hikâye karmaşıklaşırken dahi seyircinin merak ve ilgisinin canlı kalmasını sağlıyor. Bir cinayet soruşturmasının ön plandaki ayrıntıları ve aksiyonuyla, daha derin katmanların boğucu sorgulamalarına aynı anda yetişebiliyoruz böylece.
Filmin ilk yarısı Sandra’nın kovalandığı bir cadı avı olarak da okunabilir. Eşi Samuel ile yer yer şiddet de içeren ateşli tartışmaları, sadakatsizliği, cinsel yönelimi, mesleğindeki başarısıyla gelen ün ve para vasıtasıyla Samuel’e karşı gelişen kibri, intihal iddiaları derken bir olağan şüpheliden de fazlası oluveriyor Sandra. Üstelik, olayın en yakın tanığı olan görme engelli oğlunun durumundan da Samuel’i sorumlu tuttuğunu anlıyoruz; tanıklıklar ve ses kayıtları yardımıyla.
Öykünün gidişatı orta bölümde bir geri dönüş ile gördüğümüz ateşli tartışma sahnesinde değişiyor güçlü biçimde. Bu bölümde Triet tüm silahlarını zarafetle kuşanıp feminist bir karşı saldırıya geçiyor. Triet ve Arthur Harari’nin şahane senaryosu bu kez Sandra’nın yanında yerini alıyor. Ses kayıtlarının eksik kısımlarını duyuyor, şiddet kullananın farklı yoğunluk ve biçimlerde Samuel olduğunu fark ediyoruz. Cadı avı, başarılı ve norm dışı bir kadın yazarın, yalnızca bu sebeplerden dahi şüpheli sayıldığı bulanık bir dünyanın eleştirisiyle son buluyor böylece. Senaryonun en parlak başarısı, bu iki tema arasındaki kusursuz dengede saklı. Seyirciyi yavaşça filizlenip dingince büyüyen bir merak sarıyor önce ama ona eşlik eden güçlü sorular ve ‘gelgit’lerle birlikte. Adalet kavramını hem mümkünlüğü hem de imkansızlığıyla bir arada düşünmüş şahane final; beraat / belirsizlik iklimiyle bitiyor ve izleyiciyi cevapsız sorularla baş başa bırakıyor.
İkircikli cadı Sandra rolünde Sandra Hüller, uzun zaman hatırlanacak bir performans ortaya koyuyor. Oğul Daniel ile Milo Machade Graner, kırılgan ve şüphe dolu karakterine müthiş bir güç katıyor. (Görme engeliyle eşlenen adalet metaforu, filmin başka bir şıklığı.) Avrupa sineması bu yeni genç yıldızı daha uzun yıllar izleyecek gibi görünüyor.
Bir Düşüşün Anatomisi, alaycı ve karamsar dili, zihni sürekli meşgul eden ve akıldan uzun süre çıkarılamayan hikayesiyle türün unutulmazları arasında yerini alacak. 2024 yılında Cesar ve En İyi Özgün Senaryo Oscar’ını bir arada kazanan filmi, başarısıyla olduğu kadar aldığı ödülleri de yücelten değerli bir öykü olarak hatırlayacağım. Filmin ardından tüm gerçekliği ve gürültüsüyle kulaklarıma yerleşen, ‘Adalet yok, hukuk ölü, ahlak gücün uşağı’ nidalarını işitmemeye çalışarak belki biraz da!
Unutmamalı
12 Angry Men / 1957 / Sidney Lumet
To Kill a Mockingbird / 1962 / Robert Mulligan
And Justice for All / 1979 / Norman Jewison
Philadelphia / 1993 / Jonathan Demme
Runaway Jury / 2003 / Gary Fleder