Canım sıkkın… Diyeceksin ki kimin değil?
Çıktım evden, taktım kulaklığı, yürümek bana hep iyi gelir…
Eski şarkıların çaldığı bir radyo buldum…
Bir kadın sesi…. “Zalim… Senin Allah’ın yok!” diyor…
Sözleri aklımda tutmaya çalışıp eve gelince aradım, bir türlü kimin söylediğini bulamadım.
Ama kafamda bozuk plak gibi dönüp duruyor “Zalim! Senin Allah’ın yok!” (Levent Yüksel’in şarkısıyla alakası yok…)
***
Yok….
Zalim….
Senin ne Allah’ın ne inancın, ne merhametin, ne insani en ufak bir duygun…
Yok!
İçinin karası yüzüne iblis oldu…
Allah’ın olmayınca, ondan geleceklerden korkun da yok…
Ama gelecek…
Geldi.
Senin yüzünün o beter karasından daha beter hükümdarlığın bitti.
Rezil kepaze oldun.
Paranın köpeği, var zannettiğin gücünün sefili oldun.
***
Zalimsin… Aslında karanlık odalarında kendi korkularınla beslenen bir gölgesin.
Tarih hep aynı hikayeyi yazar. Nemrut’un ateşi, firavunun kibrine dönüşür. Karun’un hazinesi, bir gecede haramilerin çantasında kalır!
Masallara devam edelim mi?
Artık Keloğlan’ın bile sakladığı altınları güvende değil!
Bir delilik çağı…
Tilki kürkünü değiştireli çok oldu… Ama kokusu baki…
Yetmez, gönder gelsin diyenler kabuğuna çekildi.
Radyodaki kadının sesi hala kulağımda: “Zalim… Senin Allah’ın yok!”
İçimdeki susturamadığım devin haykırışı!
***
O tilki ki, kürkünü demokrasi diye yamar…
Dişlerini kanun diye biler…
Ama pusudaki gözleri hep aynı kalır.
Bir türlü doyuramadığı açlığının, korkunun, sınırsız ihtirasın rengi…
Örümcek kırmızı!
***
Ben annemin bana bıraktığı en büyük mirası yani kütüphanesinden Albert Camus’nun “Başkaldıran İnsanı”nı tekrar okumak için gidiyorum.
Ve buraya bir halk deyişini bırakıyorum:
“Tilkiye ‘Bey’ diyenler, bir gün onun çöplüğünden ekmek çalar!