Turan Horzum

Kötülük, savaşların getirdiği ölüm, acı; zenginliğin bitmez tükenmez hırsı yasadığımız dünyayı çekilmez bir o kadar da adaletsiz hale getirdi. Böyle bir ortamda sanatın işlevi var mı diye sorulabilir mi? Sanatın işlevi de görevi de vardır. Arzuladığımız eşitlikçi, adaletli bir dünya için yazmak kaçınılmaz bir görevdir. Haydar Ergülen, “Kimsenin kimseye gözü değmiyorsa şiir niye? diye sorar.

Çölden Giden Kum, adlı ikinci şiir kitabıyla Özlem Kahraman ‘Hayatın anlamı olduğu gibi sanatın da anlamı vardır’ anlayışını ortaya çıkardığı dizeleriyle yeniden okur karşısında. Kahraman dizeleriyle rahatsız ediyor, dürtüyor, bireyin uyanık kalmasını sağlıyor; acı çekiyor, çektiriyor ama itiraz etmesini de biliyor.

Şiirler anlatı olduklarında bile, öykülere benzemez. Bütün öyküler zafer ya da yenilgiyle sonuçlanan meydan savaşları hakkındadır. Oysa şiirler sonuca aldırmaksızın, bir yandan yaralılara bakar, bir yandan da korkunç ya da galip olan tarafın yabanıl konuşmalarına kulak vererek asarlar savaş alanlarını. Bir çeşit barıştır sundukları. Özlem Kahraman hikaye anlatmıyor ama her şiirinin bir hikâyesi var: Kadın cinayetleri, göç, çocuk yaşta evlendirilen çocuklar, dünyadaki savaşların özellikle kadın ve çocuklar üzerindeki etkileri, deprem, intiharlar… Öte yandan yalnızlık gibi bireysel ya da toplumsal trajedileri, sözcüklerin birer iletişim aracından çok birer varlık olduğunu hissettirerek yapıyor… Can pazarı değil bu/ çığlıklar kopuyor içimde/ ölmeye hazır değilim oysa/ ayaklarım kayıyor kendi uçurumlarıma/ tutunduğum insan yanım/bir ani geçiyor bilincime sürünerek/ geçmişin hançeri sıyırıyor gözlerimi/ çıplak kalıyorum/ ölüyorum.(Çölden giden kum, syf. 15)

Özlem Kahraman, şiirde çok tartışılan imge yaratımını ve gerçeklik duygusunu öyle yedirmiş ki dizelere okuyucuda kalıcı iz bırakıyor: alacakaranlık gülüşlü/ ikinci el elbiseler içinde/ikinci el hayallerle süslü kızlar/ fason atölyelerde fason hayatlar.

Barış Bıçakçı: “Aforizma modern insanın kullandığı bir ağrı kesicidir. Hiç olmanın ağrısını dindirir. Sonra ağrı yine baslar” Kahraman’ın birçok dizesi ağrıyı dindirip yeniden ağrı başlatanlar niteliğinde: Öğreniyordu ikinciliğin başaramamak olduğunu…güvenli liman sadece söylencelerde…artık tezgahlarda satılıyor maskeler…sıkılmadı kimse diğerinin kâbusu olmaktan…belki de yaşadığımız kelebeğin ömrüdür…

Özlem Kahraman şiirlere isim vermemiş. Belli ki okuyucuya alan açmak istiyor. Daha şiire baslarken okuyucunun duygusunu yönlendirmekten kaçınıyor. Belki de her şeyin ve herkesin tanımlara sığdırılmaya çalışıldığı zamana sessiz bir itiraz.

Sanatın her türü bir dışavurum, yaşananlara tepki, hayata karşı tavır alıştır. İçerisinde insan barındırmayan, hayata dair bir derdi olmayan, beğenilme kaygısı ile yazılmış yapıtlar her ne kadar yaratıldığı sanat türünün tüm teknikleri kullanılmış olsa bile, duygudan yoksun kalır. Bireysel şiir yazmak bile, hayatın bireyde oluşturduğu yansımaları aktarma çabasıdır. Çevresine, yaşananlara yüreğini kapatan bir eserin, sanat eseri olarak nitelenebileceğini düşünmüyorum.  Başta da belirtiğim gibi sanatın işlevi de görevi de vardır.

Özlem Kahraman’ın şiirlerini okurken estetik hazdan uzaklaşmadan sanatın rahatsız eden yönünü görüp anlayacaksınız.

                                                                                            Özlem Kahraman

                                                                                         Çölden Giden Kum

                                                                                                   Şeykitap

***

"İnsanın en büyük başarısı hayatın sonunda sevilebilir olabilmektir.” 

Paul Auster

Dünyaca ünlü Amerikalı yazar Paul Auster 30 Nisan 2024’te hayatını kaybetti. Postmodern edebiyatın önde gelen adlarından biri olan Auster’a 2022 yılı sonlarında kanser teşhisi konduğu, eşi Amerikalı yazar Siri Hustvedt tarafından açıklanmıştı.  Haberi duyduğumda 2012 yılının mart ayına gittim. Kış Günlüğü adlı anı kitabı yeni çıkmış, çok ilgi çekmiş, Auster Türkiye’ye davet edilmişti. Ne iyi olacaktı! Ancak olmadı. Bilindiği gibi “Hapiste yatan yazar ve gazeteciler nedeniyle Türkiye’ye gelmeyi” reddetmişti. 

O dönem başbakan olan R. T. Erdoğan’ın hepimizi utandıran yanıtı “Gelmezsen gelme…” ile çalkalanmıştı Türk ve dünya basını. Neyse ki kitaplar kalıcı. İstanbul’a gidiyordum, havaalanında aldım kitabı ve hemen okumaya başladım. Ertesi gün bitirdim.  “Ne de olsa zaman azalıyor. Belki de şimdilik hikâyelerini bir yana bırakıp hayatının anımsadığın ilk gününden bugüne kadar bu bedenin içinde yaşamanın nasıl bir duygu olduğunu incelemeye çalışsan iyi olur.” düşüncesiyle yola çıktığı eserinde anılarını su gibi bir dille anlatıyor, kendiyle, yaşamıyla ilgili her şeyi kelemine getiriyordu. O sıralar annem hasta, kalp krizi geçirdi. Korkutuyor hepimizi. Paul’ün (yediği balığın kılçığı nedeniyle) kalp krizi geçirdiği satırlara yoğunlaşıyorum. Sonu iyi. Bana da geçiyor iyimserliği. Böyle başlıyor dostluğumuz. 

Kitaplarında mekân Amerika ve en çok sevgili şehri New York da olsa, kahramanların hepsi hepimiz gibi. Yaşadığımız toplumun; dirseklerine değdiğimiz yabancılaşan, kendini arayan, var eden-edemeyen, kaybolan bireylerini, evrensel insanı anlatıyor Auster.  

ABD toplumunun son elli yıllık sürecini, arka planına yerleştirdiği polisiye izleri taşıyan Leviathan’da  (Tevrat’taki efsane ejderi) dinsel bir motiften hareketle dostluğu, yabancılaşmayı öne çıkarıyor. Diğer romanlarında olduğu gibi bu yapıtında da otobiyografik unsurlara bolca yer veriyor.

Tarihten kişilere, olaylara, yerlere, önemli günlere-yıllara bolca göndermelerde bulunduğu eserlerinde toplumun farklı kesimlerinden kahramanlar yaratır Paul Auster. Çağımız insanının duygularını karmaşık insan ilişkileri içerisinde verirken iyiliği yakalarız altını çizdiğimiz cümlelerinde. Bireyin mutsuzluğunun nedenlerini irdelerken geleceğe olan umudunu da yerleştirir satırları arasına. “Kapılar kapansa bile açılan yeni kapılar olacaktır her daim.” der. 

Polonya’dan ABD’ye göçmüş bir ailenin çocuğu olarak 1947’de Nev Jersey’de doğan Paul Auster kökleriyle ilgili de çok düşünüyor. Kim olduğunu bilmek istiyor. Soyağacında büyükannesiyle büyükbabalardan ileri gidemiyor. Polonyalı olduklarını bilse de yeni tanıyanların onu “İtalyan, Mısırlı, İspanyol, Lübnanlı hatta Pakistanlı sanmaları üzerine kim olduğu gizeminin çözülmesinden umudunu kesiyor. “Tamamen ve özgürce kendi için herkes olmaya, içinde herkesi kucaklayıp kapsamaya bilinçli olarak karar veriyor.” 

Tüm ülkelerdeki yaşam şartlarının iyileştirilmesi, hapis korkusu ve sansür olmadan konuşma ve yayınlama özgürlüğü herkes için kutsal bir haktır, diyen Paul Auster ülkemizdeki gelişmeleri de yakından takip ediyordu. 2017’de yine bir anayasa değişikliği söz konusuydu. Bu konudaki endişelerini eşi Amerikalı yazar Siri Hustvedt ile kaleme aldıkları yazı 30 Mart 2017 tarihinde Cumhuriyet gazetesiyle aynı günde Norveç’in önde gelen gazetelerinden Dagbladet’te yayımlandı. 

İlk kitabı Köşeye Kıstırmak (1982)’tan başlayarak en sevilen kitapları Ay Sarayı, Leviathan, Timbuktu, Brooklyn Çılgınları, New York Üçlemesi, Kış Günlüğü, Kırmızı Defter, Sunset Park, Yükseklik Korkusu gibi 34 kitaba imzasını atan Paul Auster roman, şiir, anı, senaryo dallarında ürünler verdi, film de çekti. Amerika ve dünyadaki olaylarla ilgili pek çok konuyu ele aldığı 4321 eseri için “Ömrüm boyunca bu kitabı yazmak istedim.” diyen Auster’in son kitabı Baungartner 2023’de yayımlanmıştı.  Paul Auster’ın yapıtları Can yayınlarından çıkıyor. Burada eserlerinin çevirmeni Seçkin Selvi’yi  yürekten kutlamak isterim. Sanki o yazmış gibi bir ustalık sergiliyor. 

Fransız deneme yazarı ve ahlakçı Joseph Joubert’in “İnsan (eğer becerebilirse) sevilebilir biri olarak ölmeli.” sözü üzerine şunları yazıyor Kış Günlüğü’nde: 

“Bu cümle, özellikle de parantez içindeki sözcükler seni çok etkiledi; bu sözcüklerin az rastlanır bir duyarlılığı, özellikle de yaşlanmış, bir ayağı çukurda  ve başkalarının bakımına muhtaç biri için sevilebilmenin zorluğunu kavramak gibi çok zor koşullarda edinilmiş  bir anlayış yansıttığını hissetttin. Eğer becerebilirse. Muhtemelen insanın en büyük başarısı hayatın sonunda sevilebilir olabilmektir, o son acı olsa da olmasa da. Ölüm döşeğini sidik ve bok ve salyayala pisletmek. Hepimizin sonu o diyorsun kendine kendine; sorun, insanın çaresiz  ve düşkünken ne dereceye kadar insan kalabileceği. Yatağa sonmez gireceğin gün geldiğinde  neler olacağını şimdiden kestiremiyorsun, ama eğer annenle baban gibi aniden gitmeyeceksen, sevilebilir durumda olmak istiyorsun. Eğer becerebilirsen.”

“Muhtemelen insanın en büyük başarısı hayatın sonunda sevilebilir olabilmektir.” diyordu ve bunu çok istiyordu sevgili Paul Auster. Ne mutlu ona. Sadık okurları tarafından hep sevilerek okunacak. 

Emel Kadör

15 Mayıs 2024

***

Anne Baba Kütüphanesi

Doç. Dr. Ümüt Arslan/ Uzm. Psk. Danışman Öznur Aydın /Psikolog Seray Bingöl 

Çocuklar İçin Beş Sevgi Dili

“Çocuğunuz sevildiğini hissediyor mu?”

Duygusal bağ, çocuklar ve ebeveynler arasında güçlü, derin ve sağlıklı bir ilişkiyi ifade eder. Bu bağ, ebeveynlerin ve çocukların birbirlerine olan duygusal bağlılıklarını, sevgilerini kapsar. Duygusal bağ, çocukların kendilerini sevgiyle kabul görmüş, güvende hissettikleri bir ortamda yetişmelerini sağlar. Ebeveynlerin çocuklarıyla kaliteli zaman geçirmesi, duygularını ifade etmeleri, onları dinlemeleri ve onlara destek olmaları, bu bağı güçlendirir. Bu bağ, aile içinde sağlıklı bir ortamı oluştur.

"Çocuklar İçin Beş Sevgi Dili" kitabı, ebeveynler ve bakım verenler için duygusal bağı geliştirmeye rehberlik etmek adına son derece değerli bir kaynak olarak öne çıkıyor. Ross Campbell ve Gary Chapman, çocukların duygusal ihtiyaçlarını anlama ve bu ihtiyaçların karşılaması konusunda derin bir anlayışa sahip olduklarını bu kitap aracılığı ile ortaya koyuyorlar. Campbell ve Chapman, her çocuğun farklı sevgi dillerine sahip olduğunu ve bu sevgi dillerini anlayarak çocuklarla daha derin ve sağlıklı bir ilişki kurmanın mümkün olduğunu savunmaktadırlar.

Kitap, çocukların da yetişkinler gibi farklı sevgi dillerine sahip olduğunu ve her çocuğun bu dillerden bir veya birkaçını daha fazla hissettiğini savunur. Bu dillerin fiziksel temas, sözlü teşvik, kaliteli zaman, hediye verme ve yardım etme gibi çeşitli şekillerde ifade edildiği düşünülür.

Çocuklar, sevgiyi farklı şekillerde hissederler. Kitapta bu sevgi şekilleri beş maddeden oluşmaktadır. Bazıları için, sarılmak, öpücük vermek veya yanlarında olmak gibi fiziksel temaslar önemlidir. Bu çocuklar, sevdikleriyle bedensel olarak yakın olmayı tercih ederler ve bu, güven ve bağlılık hissi verir. Bazıları, güzel sözlerle övülmek, takdir edilmek ve cesaretlendirilmekle sevgi dolu hissederler. Bu çocuklar, sevdiklerinin onları ne kadar değerli bulduğunu duymak isterler. Bazıları içinse sevgiyi kaliteli zaman geçirerek hissetmek önemlidir. Ebeveynleri veya bakım veren kişiler ile yapılan etkinlikler, özel zamanlar ve birlikte geçirilen anlar, sevginin en önemli ifadesidir. Bu zaman, çocuğun kendini önemli ve değerli hissetmesine yardımcı olur. Bazıları, hediyelerle sevgiyi hissederler. Bu, küçük jestlerden büyük hediyelere kadar değişebilir ve çocuklara sevdiklerinin onları düşündüğünü ve değerli olduklarını hissettirir. Bazıları ise, başkalarına yardım ederek sevgiyi ifade ederler. Onlara yardım edildiğinde veya başkalarına yardım ettiklerinde, sevgiyi hissederler. Bu, birlikte bir sorunu çözmek veya birine ihtiyaç duyduğunda yardım etmek gibi şekillerde ifade edilebilir.

Kitap bilgi vermenin yanı sıra, aynı zamanda ebeveynlere ve bakım veren çocuklarla sevgi dillerini uygulamak için pratik öneriler ve gerçek hayattan örnekler sunar. Bu sayede kitap, teorik bilgiyi günlük yaşama uygulamayı kolaylaştırır ve çocuklarla daha sağlıklı bir bağ kurmayı destekler.

Sevgi dolu bağlar kurmamız dileğiyle… Keyifli okumalar.

Çocuklar için Beş Sevgi Dili, Gary Chapman & Ross Campbell, Koridor Yayıncılık, 2009, 226 Sayfa

***

Hikâyelerin büyüsü

Şurada, bir kafenin terasında oturuyorlar. İnsanların geçip gidisini izliyorlar. İnsanlar her zamanki gibi, herkes gibi, olması gerektiği gibi, geçip gidiyorlar. Sıraları geldikçe geçip gitmeyi seviyor insanlar. Bense peşlerine takılıyorum. Öfkeleniyorum, duruyorum, tükürüyorum, ağlıyorum, sonra kaldırımın kenarına oturuyorum ve gelip geçene dil çıkarıyorum. “Terbiyesiz bir çocuksun sen” diyor gelip geçenler. “Evet, bizi utandırıyorsun,” diyorlar annemle babam. Onlar da beni utandırıyor. İstediğim tüfeği, o güzel tüfeği almadılar bana. “Güzel bir oyuncak değil,” dediler. Ne var ki ben babamı askerde gördüm. Tüfeği vardı, gerçek bir tüfek, öldürmek için. Ama ben çocuklar için yapılmış tüfekleri, Kızılderili tüfeklerini gördüğümde avlanmak, oyun oynamak için, dediler ki çok çirkin bir oyuncak, sonra da bana bir topaç aldılar! Ben de burada, kaldırım kenarında oturuyorum işte. Kalkıyorum yerimden, öfkeleniyorum, ağlıyorum, tükürüyorum, bağırıp çağırıyorum: “Terbiyesizsiniz, beni utandırıyorsunuz. Hep YALAN söylüyorsunuz, iyi biriymiş gibi davranıyorsunuz. Büyüyünce öldüreceğim sizi.

                                                                                                                     Agota Kristof

                                                                                                                       Önemi Yok

***

Yazarın büyüsü

Çeviri her yazar için bir sorun. Ne demek istediğimizi asla tam olarak ifade edemeyiz. Ben de yazarken sürekli siliyorum. Özellikle sıfatları ve gerçek olmayan, kaynağı duygularda olan şeyleri çok sildim. Örneğin bir keresinde “ışıldayan gözleri” diye yazmıştım. Sonra kendi kendime dedim ki: gerçekten parlıyorlar mı? Ardından da sıfatı sildim.

                                                                                                               Agota Kristof

***

Uykudan önce

Bu sayıda tanıtacağımız kitap Dere Tepe Ters. 20. Yüzyılın en önemli yazarlarından Italo CALVINO’nun çocuklar için yazdığı son masallardan biri.

Savaştan dönen ve nerenin yer nerenin gök olduğunun birbirine karıştığı ormanda kaybolan Kral Clodoveo. Kalbi hırsla, aklı ihanetle yanıp tutuşan Kralice Ferdibunda. Dünyayı değiştirmek isteyen Masum Prenses Verbana ve iyi niyetli Orman bekçisi Mirtillo. Kotuluk ve iyilik catismasi.

                                                                                                       Dere Tepe Ters

                                                                                                       Italo Calvıno (YKY)

Editör: Duygu Kaya