Değerini bilemediğimiz, örselediğimiz ve hatta adeta içini boşalttığımız laikliğin doğum yolculuğu da, tıpkı bugün verdiği varlık mücadelesi gibi hiç kolay olmadı... Laiklik tarih boyunca süregelen egemenlik kavgalarının sonucunda doğmuş bir adalet ışığıydı, eşitlikti, özgürlüktü. Tek tanrılı dinlerden evvel kendini tanrı yerine koyan imparatorlar, krallar, hükümdarlar egemenliğin değişmez sahipleri oldular. Öyle ki Eski Roma’da kralın dininden olmayanlar stadyumlarda aslanlara parçalatılırdı. Ardından dinler tarihiyle birlikte, egemenlik kavgasına kilise ve ruhban sınıfı da eklendi. İspanya’da papazların kurduğu Engizisyon mahkemelerinde kralın dininden olmayanlara çeşitli işkenceler, zulümler uygulandı. Bu karanlık içinde farklılığa geçit yoktu. İslam tarihi de farklı değildi... Mezhep ayrılıkları nedeniyle çıkan kanlı savaşlar sonucu milyonlarca insan can verdi, acılar çekti…
1789’da Fransız Devrimi’nin de etkileriyle egemenlik kaynağının gökte değil yerde, yani halkta olduğu düşüncesi hızla benimsenmeye başlandı. Böylece her türlü din, ibadet ve vicdan hürriyetinin, eşitliğin, özgürlüğün ve halk egemenliğinin temeli olan “laiklik” doğdu. Ve artık devlet bağımsızdı, ulus egemendi, birey özgürdü…
Avrupa’da bu gelişmeler olurken Anadolu topraklarında teokratik devletin ağırlığı devam etmekteydi. Padişahlığın ve halifeliğin tek bir erkte birleştiği bir yapıda laiklikten bahsetmenin mümkün olmadığı bir gerçek… İşte bu gerçeklik içerisinde şer’i kanunların varlığı en çok da eşitliği sekteye uğratmış ve büyük mağduriyetlere sebep olmuştu. Bu halde en mağdur kesim ise kadınlardı… Örneğin o dönemlerde, dinsel kurallara göre itaatsizliği görünen kadına kocası önce nasihat eder, fakat sonuç alamazsa onu dövebilir ya da keyfi olarak boşayabilirdi. Boşanma hakkı ilke olarak erkeğe tanınmıştı ve ayrıca dört kadınla evlenme hakkına sahipti. Mal ve miras kanunları da farklı değildi; kadının mallarını sadece kocası idare etme hakkına sahipti. Ayrıca miras paylaşımında erkek kadından 2 hisse fazla alabiliyordu. İslam hukukunda bir kadının tanıklığı geçerli değildi. Ancak iki kadının tanıklığı bir erkeğin tanıklığının yerini tutabilirdi.
Egemenlik kaynağının ulusa verilmesi ve her bireyin eşit kabul edilmesi kurucu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün devrim süreciyle mümkün olabildi. Elbette çok kısaca özetlemeye çalıştığım bu aydınlanma yolculuğunda çok bedeller ödendi, çok acılar çekildi. Ve sonunda laiklik ilkesi doğrultusunda saltanatın kaldırılması, halifeliğin kaldırılması, şer’iye ve evkaf vekâletinin kaldırılması, Tevhid-i Tedrisat kanunu, tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması, medeni kanunun kabulü, medreselerin kapatılması, kılık kıyafet kanununun kabulü gibi inkılaplar gerçekleşti.
1937 Yılında ise artık laiklik anayasamızda değişmez ve değişmesi teklif dahi edilemez ilkeler arasında yer aldı. Evet, laiklik bireylerin devlet nezdinde eşitliğiydi bir anlamda… Bu eşitlikten rahatsız olanların laiklik ile kavgası hiç bitmedi. İşte içinden geçtiğimiz süreçte yıllar süren bu karşı devrim kavgasının uzantılarını bugün bile yaşıyoruz. Her ne kadar Meclis Başkanı İsmail Kahraman bunu açık etmiş olsa da kendisi bu kavgada yalnız değil.
Bakınız en yakın örnek T.B.M.M. çatısı altında 14 Ocak 2016’da kurulan bir komisyon aracılığıyla yaşandı. Adı; “Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar ile Boşanma Olaylarının Araştırılması ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi İçin Meclis Araştırması Komisyonu”
Bu komisyon kurulduğu günden beri kadın haklarını ve kadın hareketlerini yok sayan bir anlayış içerisinde hareket etti. En son hazırladıkları rapor taslağı da bunun en açık örneği. Bu taslakta; çocukların, istismarcılarıyla/tecavüzcüleriyle evlendirilmesi, çocuk evliliğinin teşviki, hadım uygulaması, hem şiddet başvurularında hem de boşanma davalarında arabuluculuk ve uzlaşma uygulanması, şiddete maruz kalan kadınların mesai saatlerinde karakollara başvurmasının önünün kesilmesi, şiddete karşı koruma kararları için delil veya belge aranması, tedbir süresinin kısaltılması, aile hukukuyla ilgili tüm duruşmaların gizli yapılması, boşanmanın zorlaştırılması, kadının nafaka hakkının süreye bağlanması, mal paylaşımında dava açma süresinin kısaltılması, eşin ölümünde, kadının mal rejiminden kaynaklı %50 payının verilmek istenmemesi, aileye yönelik psikolojik rehberlik ve danışmanlık hizmetinin dini temele oturtulmak istenmesi gibi konular var.
Laikliğin, eşitliğin, kadın haklarının açıkça gasp edildiği bu rapora karşı kadın örgütlerinden ciddi itirazlar var. Bugüne kadar kadınlar üzerinden elini ve baskısını bir türlü çekmeyen iktidar, bugün de aynı hoyratlıkla yaklaşmaya devam ediyor.
Laikliği sadece bir giyim kuşam meselesine indirgeyenler, din karşıtlığı olarak yaftalamak isteyenler aslında özgürlük karşıtı, eşitlik düşmanlarıdır. Bu bilinçle, her yeni doğan günde yenilenmiş bir dayanışma ruhuyla laiklik mücadelemize devam edeceğiz. Yılmadan, usanmadan...