TBMM Başkanı İsmail Kahraman’nın başlattığı dindar anayasa tartışması beraberinde anayasamızın değişmez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez laiklik ilkesini tartışmaya açtı. Aslında uzun zamandır siyasal İslamcıların, bir takım liberal ve solcuların “ülkede irtica tehlikesi yoktur” görüşünü, “laiklik Kemalist bir takıntıdır” ile “hem laik hem Müslüman olunmaz” serzenişleri arasında bugünlerin alt yapısını oluşturduklarını ve sonunda meclis başkanı Kahraman’a malumun ilanını yapmak düştüğünü rahatlıkla söyleyebiliriz. Yani aslında fiilen uygulamadan kaldırdıkları laikliği, resmiyete dökme niyetlerini açık ettiler. Meselenin kısaca özeti budur.
Aslında tarihsel sürece baktığımızda iki önemli meseleyi hatırlamadan ve altını çizmeden karşı devrim cenahının laikliği fiilen ve ardından resmen kaldırmak istemeleri altındaki esas niyeti okumamız güç olacaktır.
İlk mesele Osmanlı Dönemi padişahlarından Yavuz Sultan Selim’in halifeliği Mısır’dan devralmasıdır. Osmanlı’nın kati teokratik devlet düzenine geçişi ve en sert Şer’i hükümlerin uygulanmaya başladığı Yavuz Sultan Selim dönemi, dinsel ve siyasal iktidarın tek kişide birleştiği bir sürecin başlamasına yol açmıştır. Padişahın hükümleri öyle bir hal almıştır ki ülkedeki tüm Hıristiyanların Müslümanlaştırılması emrine dönemin Şeyhülislamı Zenbilli Ali dinde zorlama yoktur diye karşı çıkmak zorunda kalmıştır. Aynı zamanda döneminde Alevilere yaptığı zulümler Anadolu’da derin yaralar açılmasına sebep olmuştur. İşte aslında o dönemi iyi okuduğumuzda 3. köprüye Yavuz Sultan Selim adının verilmesi sadece bir “tesadüften” ibaret değildir. Aslında bir “özlemdir”.
Gelelim konuya ışık tutacak ikinci tarihsel sürece: Menemen Olayları ve Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay’ın katledilmesi. Bu yobaz katliamın Nakşibendi tarikatı lideri Giritli Derviş ve yanında şeriat ordusu olarak adlandırdıkları yedi kişi ile halifeliğin kaldırılması, fes yerine şapka giyilmesi, tekke ve zaviyelerin kapatılması gibi devrim kanunlarından duydukları rahatsızlık üzerine gerçekleştirmiş olmalarını belki defalarca okuyup, dinlemişsinizdir. Birçok tarihi kaynakta aslında Giritli Derviş’in bu ayaklanmaların ardından halifeliğini ilan etme niyeti olduğu da yazılmaktadır. Gelelim bu olayın bugünle bağına… Karşı devrime hizmet eden bir takım kalemler aslında tarikatlara karşı geniş kapsamlı bir operasyon düzenlemek için bu olayın yaratıldığını ima ederler. 2011 yılında dönemin başbakanı Erdoğan’ın bu olay için ilk defa “provokatif saldırı” tanımını kullanması da bir tesadüf değildir.
Bu iki tarihsel sürecin bugünle ilişkisi çok nettir. Devrim yasalarınca kaldırılan halifeliğin ve tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması konularının yeniden gündeme getirme çabalarıdır. Seçilerek gelip cumhurbaşkanı tarafından görevden alınan başbakan olarak tarihe geçen Davutoğlu’nun gitmeden önce dile getirdiği “özgürlükçü laiklik” de aslında tam da budur; Cemaat ve tarikatların yeniden serbestleşmesi. Ardından gelecek olan ise bir büyük Yavuz Sultan Selim hayalinden başka bir şey değildir.
Karşı devrimin hedeflerini görmek istiyorsanız laiklik ilkesi doğrultusunda yapılan inkılaplara bakmanız yeterlidir. Hedef oradadır. Ne bir eksik, ne bir fazla... O kadar da olmaz dediğiniz her ne varsa oldurulmak istenmektedir, daha acısı da olmak üzeredir.