Meydanda güvercinlerin içinde çocuklar… Yerde yapraklar yok. Güvercinler avuç avuç uçan yemlere havalanıyor. Güvercinlere yem atan beş yaşlarındaki çocuk oyuncakçıya doğru koşuyor birden. Oyuncakçı nerde göremiyorum aslında. Ama oyuncak gördüğü koşusundan belli. Güvercinlerin içinden avucunda oyuncak bir arabayla çıkıyor çocuk bu kez.
Şehir aynı şehir, meydan aynı meydan. Bu nasıl bir Eylül? Hiç bisiklet tekerleği yok kuru yaprakları hışırdatan. Sanki bütün kuru yapraklar el kremi reklamlarında, rüzgarlı ve yalnız bahçelerde, izbe yerlerde geçen sanatsal filmlerde, derin nefesler çekilerek içilen sigaralı yollarda, içki şişelerinin saklandığı yığınlarda tükenmiş.
Yakın arkadaş oldukları düşünülen iki kişi geçiyor. İki ADAM? İki KADIN? Bir ADAM bir KADIN? Bilmiyorum ama iki kişi olduklarından eminim. Hiç konuşmadan yürüyorlar. Dışarıdan da böyle gözüktüğünü biliyorlar. Ama anlaşıyorlar.
Meydanı boydan boya peşinde annesi olduğu halde koşarak geçiyor, yumuşacık sarı saçlarıyla küçücük bir kız.
Senin benim için çöpte yaşayan sıradan bir kedi diyeceğimiz bir tekirin resmi var ellilerinde tedirgin bakımsız bir kadının elinde. İnsanlara soruyor ’göğsünde bir tutam beyazlık var gördünüz mü?’ Kimse anlamıyor kadını, kadının kedisini değil, kedisini beraber bulabileceği birisini aradığını…
İnsanların ellerini cebine sokmaya başladığı mevsim. Bostanlı feribotu ve Karşıyaka vapurlarında iç salonda seyahat edilen mevsim.
Yağmurlukları, saçları, etekleri ve trençkotları uçuşan kadınların mevsimi. Amazonlar heykelinin önünden bir kız geçiyor. Heykeldekilerin yaşadığı zamanla heykelin yapıldığı zamanı birleştiriyor. Boynunda kollarında bileklerinde; takılar kolyeler bileklikler; deriler metaller.
Hala hiç sararıp kuruyup dökülmüş yaprak yok. Bu nasıl bir Eylül? Şelpe yapan bir kadın var becerikli parmaklarıyla saz arasındaki anlaşmayı çözmek zor. Tellerden çıkan seslerin rengi dağılarak itiyor beni Büyük ve Küçük parklara…
Belki bu adam evet tam da bu, elinde bir resimle yüzünde bir ben olan ya da ne bileyim başka bir işaret olan bir kadını arıyor. Bizim için hiçbir anlamı yok kadının kim olduğunun. Parklar bitince sokakların içinden, mezarlıklara açılıyor yol.
Arabalar, kornalar, arabalar. İnsanları yutmuş canavar arabalar. Arabalarının içinden birbirlerine kızıyor insanlar. Arabaları maskeleri, nefretleri, güçleri, esaretleri.
Hala hiç sararmış kurumuş ve dökülmüş yaprak yok. Mezarlıktakiler dışında… Bu nasıl bir Eylül?