Tuvalet kapısının girişindeki leğene baktı. Hizmetlisi olduğu apartmanın sakinlerinden üç dairenin –iki öğrenci bir de bekâr memur- elbiselerini bu leğende yıkamaya geçen ay başlamıştı. Tam ufak da bir gelir elde ediyorken apartman sakinleri gece leğenin çok ses çıkardığından rahatsız olduklarını söyleyerek Döndü anayı bu işi bırakmaya zorladılar. Apartmanın işleri çok geç saatte bittiği için Döndü kadın başka zaman da yapamazdı bunları. Bu yüzden çamaşır yıkayıp kazandığı üç beş kuruştan da oldu. Sanki şikâyet edenler onun başka bir iş yapmasından ve para kazanmasından rahatsız oluyorlardı. Zaten evlere temizliğe gitmesine bile yönetici karşı çıkmıştı. Ta ki yöneticinin evini parasız temizleyen kadar. Bu yüzden nasıl olsa ona da bir bahane bulurlar diye plastik bir leğen almak fikrinden de vazgeçti.
Derin bir şükür çekip haline, tuvaletten içeri girdi. Tuvalet soğuktu, çocukken yaşadığı tek katlı evin bahçedeki tuvaletinden bile soğuktu. Üstelik bu tuvaletin daha kötü bir özelliğiyse son on senedir-binaya hizmetli olarak taşındıklarından beri-sürekli içinden fareler çıkmasıydı. Döndü ana ne yaptıysa –bor çöz, kaynar sular, fare zehri, fare kapanı, tuvaletmatik-bu işi çözememişti. Üstelik farelerin tuvaletmatiğin plastiğini yiyerek gözü önünde dışarı çıktıklarını da görünce bu savaştan mağlup ayrılmayı kabullendi. İçinden fare çıkan tuvalete oturmadan önce deliğe baktı ve son on yılın alışkanlığı ile daha otururken gözü aşağıya sabitlendi. Sonra taşın kenarındaki açılmamış zehir paketini gördü. Temizliğe gittiği evlerde alafranga tuvaletler olurdu ve bunları sırf deliğe bakamadığı için kullanamazdı. İşte Döndü ana için tuvalet bile bu kadar büyük bir sorundu. Bahtsızlığı mutsuzluğunu besler dururdu.
Tuvaletten çıktığında ayağı boş leğene çarpınca leğen öyle bir zangırdadı ki boş evde…. Ah rahmetli!!! kocası. Ekmek parası kazanmak için gittiği meslek kurslarına bir türlü izin vermemiş. “ Apartmana zor yetiyoz başka ne yapcan daha” demiş durmuştu. Bu yaştan sonra da yeni bir şey öğrenecek gücü kalmamıştı. Kendisi apartmanın hiçbir işine koşmaz ya kahvede ya piştide zaman öldürür hep Döndü anayı çalıştırırdı. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi çaresiz hastalığının son günlerinde kendi zor yürüyen haline bakmaksızın kimsesi olmadığı için çok zor durumda olduğunu söylediği bir kasiyer kıza evin üç beş kuruşunu da taşımaya başlamıştı. Döndü ana da sabır taşı değildi ya bir gün o da çatlamıştı. Rahmetliye banyo yaptırırken birden kendini kaybetmiş zor nefes alan adamın sırtına sırtına maşrapayı indirmeye başlamış Allahtan adamcağızın bağırtıları apartman boşluğundan duyulur korkusuyla fazla uzatamamıştı bu işkenceyi. Öfkesi geçince pişman oldu. O vakitten sonra da bir daha kocası ile ölene kadar konuşmadılar. Adam bir ihtiyacı olunca çoğu zaman “ah, ıh” gibi sesler çıkarıyordu hepsi bu.
Neyse Döndü ana hak etmemişti bu evliliği belki de bu hayatı hak etmemişti. Gençken değme sosyete kızlarından güzel değil miydi? Kocasından tahsilliydi de uzundu da gençti de. Ah aşk ama ah aşk !. Bir oğlan bir kız vermişti kocasına sağlıklı saygılı bir de bu kadar sigara içmese göreceği torunu bile vardı ama. Geberesice. Neyse yılbaşından sonra asker oğlu terhis olup gelecekti bir hafta kalmamıştı şunun şurasında. Fındık fıstığı bir de biber dolmasını çok severdi. Onlardan az da olsa almalı kenara koymalıydı. Yılbaşı yaklaştıkça her şey pahalanırdı. Hem çarşıya gidip babasından kalan dul aylığını da çekme günüydü bugün. Babası ne adamdı be, tam adamdı. Ölmüşken bile kızına eli yetiyordu. Buna da şükürdü ya az da olsa, kirası falan yoktu hatta yeni evlenen kızına da paranın bir kısmını veriyordu. Bebek bezi masrafı olsun benden torunuma diyordu. Üç ayda bir para çekmeye geldiğinde kızı da bankada annesini bekliyor olur bebek bezi parasını alır giderdi. Zaten kızını da başka türlü doğru dürüst göremezdi. Mendebur damat utanıyordu kendisinden hissediyordu bunu. Hâlbuki “sen de bende zor yaşayan insanlarız sen neysen ben de oyum bakkal çırağı” demesi gerekirdi ama diyemiyordu kızı üzülür huzursuz olurlar diye, da torununu da ancak doğduğundan beri iki kez görebilmişti.
Bankaya yaklaştığında küçük bir motosiklete üç kişi binmiş bir aile -öndeki baba ile arkadaki anne arasına bebeklerini almış-önünden geçti. Kızını da kendisi böyle kocasının sırtına sarıp, kendi karnına yaslayıp biniyorlardı motora, aklına o günler geldi. Sonra oğlunun da o motordaki dördüncü kişi oluşu, üç dört yıl geçince ablasının arkasında motora binişleri. Oğlunun motor sevdası, böyle böyle başlamıştı demek. Asker dönüşü bir kurye işine girmeyi istiyordu oğlu. A2 ehliyeti de askere gitmeden almıştı. “Evlenene kadar senle kalırız ana sonra da seni seven bir gelinle üçümüz beraber yaşarız “ diyordu saf oğlu. Bilmezdi ki hiçbir gelin hiçbir kayınvalideyi sevmez.
Bankanın bekleme koltuklarının ucunda kızını gördü Döndü ana, sanki bu kez kızı da utanıyordu kendisinden hissetti. Hemen parayı çekmek istemiyordu. Kızı parayı alınca gidecekti biliyordu. Sıra uzasın kuyruk bitmesin istiyordu. Özlemişti kızını çok, sabahlara kadar memesini soğuran bebek de anne olmuştu ya şimdi. Torununu sordu, damadını sordu. Sık sık “sen nasılsın diyerek kendisini sordu kızına” Her “iyiyim”le Döndü ana da iyi oldu. ”Yılbaşında anne bize gel” der mi diye bekledi torunumu görebilir miyim diye en azından birkaç saatliğine heveslendi, deseydi ya, bekledi ama demedi kızı.
Bankadan çarşıya geçti, Döndü ana, oğluna gelince yesin diye çerezler aldı, hazır ucuzken ve parası varken biraz da ev alışverişi yaptı. Çarşıdan eve geri yürüdü düşünceler içinde… Elindeki iki paketi yere bırakmıştı ki 6 numaralı daire istek ziline bastı. Gelmesini gözlüyorlardı resmen, söylendi. Kim bilir nereye yollayacaklardı ne iş vereceklerdi. Bari çıkmadan bir tuvaletini yapmalıydı. Tuvalete girdi. Gözü fare zehrine takıldı kaldı bu kez tuvalet deliğine değil…