Kıbrıs Şehitleri caddesine doğru, anne baba ve beş yaşındaki oğulları yürüyordu. Herkesin kendisini dünyanın en önemli kişisi hissettiği bir kalabalıktı bu. Cadde girişinin sağında ve solunda,  para toplamaya çalışan insanlardan bir resim çerçevesi vardı.

İlk girişte çuvaldan beter bir elbise giymiş dilenci adam gelip geçenlere ilk sözcükleri anlaşılmayan “…Allah sevdiklerinizden ayırmasın.” ile biten bir şeyler söylüyordu. Gözleri görmeyen ve saz çalmaya uğraşan birkaç adım ilerideki dede, Aşık Veysel’e bu kadar çok benzediğini nerden biliyordu ve  önünden geçenlerin şaşkın bakışlarını nasıl bu derece hissediyordu ? Rengârenk giysiler içinde, böyle şeyleri çocuklar 23 Nisanlarda giyerler,  ayakta durmakta zorlanacak kadar yaşlı bir kadın, yaslandığı duvara kendisi hakkında çıkan gazete haberlerinden bir bez afiş yaptırmış, bu fonun önünde biriken kalabalığı karşısına almış, coşkuyla konuşuyordu. Caddenin yemek dükkânlarının yoğun olduğu iç kısımlarının başında ise elindeki yoğurt kabını ters çevirip bateri yapmış, iki ağaç dalından bageti ile bu küçük davulu çalan ilkokul çağlarında bir çocuk vardı.

Anne baba yüzlerindeki tatsız ifade ile caddeye girdiklerinde beş yaşındaki oğullarının uyandığından beri artan mızmızları doruk yaptı. Oysa bu cümbüşlü ve on binlerce insanın aktığı caddede çocuğun keyfi yerine gelir diye düşünmüşlerdi. Fakat çocuk sürekli bir vitrinden bir diğerine koşuyor, insanların bacaklarının arasında neredeyse eziliyor, bir taraftan da iki gözü iki çeşme bağırıyordu. Tam biraz sakinleşti derken anne babasının elinden tekrar kurtulup bağırmaya başlıyor,  gene ağlıyordu. Oğlum  “ ne istiyorsun” diye soran anne babasına da sanki 2 yaşındaymış, cümle kurmakta zorlanıyormuş gibi bakıyor sonra tekrar feryatlara başlıyordu.

Çocuğun huzursuzluğu, bağırmaları ve sebepsiz ağlamaları arttıkça anne baba da birbirini suçlamaya başladı.

“Kendin gezmek istedin diye oğlanı uykusunu almadan uyandırdın salak adam, oğlan da şimdi huzursuz işte senin yüzünden” diye bağırdı kadın.

“Ne alakası var ya saçmalama kadın, ‘şimşek mak kuin’ istiyor çocuk, şimdi alırız geçer siniri.” diye cevapladı adam.

Adam peşinden koşmaktan yorulduğu oğluna yetişip onu yakalayıp kucağına aldı. “Hadi gel ‘şimşek mak  kuin’ almaya gidiyoz” diyerek onu oyuncakçıya kadar taşıdı. Dükkândan içeri girdiklerinde anne baba önce oğullarının sürekli istediği oyuncaklardan olan Şimşek’e gittiler, bununla da keyfi yerine gelmeyince, sırayla her raftaki oyuncağı çocuğa gösterip “bunu alalım mı?” diyerek oğullarını sakinleştirmeye çalıştılar. Çocuk ne bir oyuncak beğendi ne de mızmızlanmayı kesti. Her gösterilen yeni oyuncakla daha çok yaygara yapıyor her yeni öneride daha çok ağlıyordu. Pes eden anne baba kendini yerlere atan, bağırarak ağlayan oğullarını da oyuncakçıdan kucaklarında çıkartarak evin yolunu tuttular.

“Ben şu marketten bir sigara alayım” dedi adam bitkince.

“Bari çocuğun yanında alma şunları be geri zekâlı adam” diye bağırdı kadın. O sırada çocuk annesinin elinden kurtulup babasının peşinden markete girdi, dükkânın içinde kısa bir süre kayboldu. Babasının yanına kasaya geldiğinde neşeli yüzüyle elinde tuttuğu büyük yoğurt kâsesini uzatarak  “Baba bunu da alalım mı?” dedi. “tamam, oğlum” dedi babası şaşkınca bir yandan kasadakileri öderken. Oğlan o sırada neşe içinde koltuğunun altına sıkıştırdığı yoğurt kâsesini dümbelek yapmış çalıyor ve kahkahalar atıyordu…