Ve beklenen oldu. Bundan birkaç ay önce Ekrem İmamoğlu için ‘’kayyum’’ söylentileri çıktığında, bu söylentiye karşı tez olarak, eğer CHP’ye yönelik bir operasyon başlatılmaya karar verilirse, bunun için İzmir’den düğmeye basılacağını söylemiştim. Çünkü, İstanbul seçimleri, büyük Türkiye Koalisyonu’nun başarısıydı ve oraya açılacak bir savaşı kazanma ihtimali olmadığını 23 Haziran akşamından itibaren tüm AKP kadroları iyi bilmekteydi.
Ancak bu işlemin Urla’dan başlayacağını o tarihte kestirmek imkansızdı. Ama geçen hafta Urla Belediye Başkanı önce tutuklanıp cezaevine kondu, hemen ertesi gün ise yerine kayyum atandı. Hakkındaki suçlamalar dosya ilerledikçe anlaşılacaktır. Böyle bir durumda dosya hakkında kapsamlı bir yorum yapmak da imkansız. İmkan dahilinde yapılacakları konuşmanın zamanıdır şimdi.
Öncelikle, burada karşı çıkılması gereken şey kayyum atamasıdır. Burak Oğuz, seçmenin 2/3’ünün oyunu alarak seçilmiş bir belediye başkanıdır. Kendisiyle birlikte hemen hemen aynı oy oranı ile bir de belediye meclisi seçilmiştir. Bu meclisin 20 üyesi CHP listelerinden 5’i de Cumhur İttifakı listesinden meclise girmiştir. Ve yine belediye kanununa göre, belediye başkanı istifa ederse ya da görevini yapamayacak duruma gelip tutuklanırsa, belediye meclisi kendi içinden bir üyeyi belediye başkanı olarak seçer. Çok açıktır bu durum. Ancak, AKP’nin 15 Temmuz’dan sonra izlediği yol böyle olmadı.
Görevden almaya karar verilen belediye başkanı eğer AKP’li ise bu kişiler istifa ettirildi. Kadir Topbaş, Melih Gökçek gibi isimlere izlenen yönteme göre, onların istifası sonrası belediye meclisleri toplanıp yeni başkanlarını seçti. Tahmin edileceği üzere belediye meclisindeki çoğunluk, bu belediyelerde AKP lehineydi. Ama Urla örneğinde olduğu gibi, HDP’li belediyelerde ve CHP’li belediyelerde görevden alınan ve tutuklanan başkanların yerine kısa süre içinde kayyum atandı.
Bu duruma karşı çıkmak, seçilmiş başkana sahip çıkmaktan ziyade oy veren seçmene sahip çıkmaktır. Demokrasinin, sistematik bir şekilde iğdiş edilmesinin önüne geçmektir. HDP’li başkanlara da aynı tavrı göstermesini beklediğim CHP, ne yazık ki kendi başkanına dair de bir ses çıkarmamıştır maalesef.
Demokrasiye sahip çıkmanın yanı sıra, bunun seçmende yaratacağı sahiplenme duygusu seçmeni kendi hanenizde tutmak adına değer yaratan bir davranıştır. Çünkü, seçmene sahip çıkmadığı duygusu yaratan Muharrem İnce, 24 Haziran 2018 akşamı kendi siyasi kariyerini zora sokarken ve hatta bitirirken; oylarına sahip çıkma gayretindeki Mansur Yavaş’ı bir sonraki seçimde seçmenin bağrına basması seçmen davranışları üzerindeki etkiyi anlamamız için yeterli örneklerdir.
Kaldı ki, başkanın FETÖ suçlaması ile tutuklanmış olması nedeniyle kayyum mevzusunu açmaktan çekinen bir CHP yarın kendisini anlatmakta güçlük çeker. Başkanın suçu olsun-olmasın ya da hakkındaki suçlama ne olursa olsun bu sadece kendisini bağlar. Milyonlarca üyesi olan bir partide de elbette suç işleyen üyelerin de olması hayatın olağan akışına aykırı bir durum değildir. Burada iki konuyu gür bir sesle dile getirmenin bir sakıncası yoktur kanımca.
Birincisi, tutukluluk süresinin bir cezalandırma aracına dönüşmesine engel olmak ve yargılanma süresinin hızlı, adil ve vicdanları yaralamaya müsade etmeyecek şekilde kısa tutmak ve sürecin sahibi olmak; ikincisi de Ergenekon ve Balyoz süreçlerinde olduğu gibi, başkanın uydurma delillerle, gizli tanık söylemleriyle mahkum ettirilmeye çalışılması dışında şiddetle buna karşı çıkmaktır.
CHP’nin dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda verdiği evet oyları nasıl kendisine ağır bir bagaj olduysa, kayyuma yukarıda tane tane anlattığım nedenlerle karşı durmaması da kendisine kötü bir miras olarak yapışıp kalacaktır.
Özetle, burada karşı çıktığımız şey kayyum atayarak seçilmiş belediye meclisinin yetkilerinin ve seçmen iradesinin gasp edilmesidir. Nokta.