Metin Göktepe’nin ölüm yıldönümünde yazılmış bir yazıdır şu an okuduğunuz. O’na dair, Onunla ilgili… Onun adının geçmediği her satır da O’na dair. Hatta topluma yalan pompalayanlardan bahsettiğim satırlar da… Metin Göktepe gazeteciliğinin temiz, güvenilir ve dürüst oluşu daha da görülsün diye…
Mümkün olsa sabaha kadar O’nu anlatabilirim size. Kendisini hiç görmedim, tanışmadım… Yine de dilim döndüğünce anlatırım, ben ne kadar becerebilirim anlatmayı bilmem ama herkes kendi yaşamından tanır da biraz Metin’i, ne demek istediğimi anlar kolaylıkla. On beş, on altı yaşın bilmezliğiyle, belki de çokbilmişliğiyle hakkında atıp tuttuğum ama o birkaç yıl içerisinde her 6 Mayıs gününde bayiden gizli gizli aldığım bir gazetenin, Evrensel’in muhabiriydi Metin Göktepe. Sırf Denizlerle ilgili yazılar var diye üç yıl boyunca her Mayıs’ın 6’sında alıp, ilgili sayfalarından fotoğraf ve yazılarını kesip bir kenara ayırdığım gazetenin… Üçüncü yılın sonunda ise her gün almaya ve arkadaşlarla dağıtımını yapmaya başladığım, dağıtım için yüklendiğimiz onlarcasının elimize, kolumuza mürekkebini bıraktığı Evrensel’in… Yoksul bir mahallede elimdeki gazeteleri işaret edip “o ne gazetesidir” şeklinde karşıma çıkan bir soruya, “Metin Göktepe’nin gazetesi” dediğimde gözleri dolu dolu bir halde “bana da getir bundan sonra” şeklinde cevap veren yaşlı kadının gazetesi…
“Malum sebeplerle” Metin’in haberlerine, dolayısıyla da gazetesine karşınıza çıkan her gazete bayisinde rastlama şansınız olmazdı, hala da olmaz. Ama dün de, bugün de Metin’le karşılaşmanın en kısa yolu herhangi bir işçi direnişinin içerisinde onu aramaktır. Fabrika önlerinde, grev çadırlarında muhakkak karşılaşacağınız bir gazetenin muhabiriydi Metin Göktepe.
Memleket tarihinin tamamında yaşananlara şöyle bir göz gezdirip olan bitene dair farklı başlıklar üzerinden kafa yorunca ister istemez “gazetecinin kim olduğu” ve “kimlerin gazeteci olamayacağı” sorularına doğrudan cevap bulabiliyorsunuz. Dünden bugüne öldürülen, haklarında davalar açılan ve cezaevlerine atılan gazetecilerin sayısı düşünüldüğünde ortalama insan haklarının var olduğu herhangi bir ülke ile aramızda ne denli mesafe olduğunu da kolaylıkla anlamak mümkün. Elbette elde bu sonucu ortaya çıkaracak fazlasıyla veri var. Ama memleketin içinde bulunduğu duruma basın açısından bakacak olursak 6-7 Eylül olaylarından, Sivas katliamına, Kabataş yalanına ve daha sonrasında bugüne kadar uzanan “basın eliyle yaratılan provokasyon ve yalan” tarihine bakmak yeterli olacaktır. İşte “kimler gazeteci olamaz” sorusunun yanıtı tam da burada gizli. Gazetecinin kim olduğu sorusunun cevabını ise görmek çok daha basit. İşte Metin Göktepe’de bu sorunun cevabıdır aslında. Uğur Mumcu gibi, Hrant Dink gibi, iktidarın iki farklı dönemi birbiriyle taban tabana zıt gerekçelerle cezaevine gönderilen Ahmet Şık gibi, isimlerini burada saymaya sayfaların yetmeyeceği diğer basın emekçileri gibi.
Bugün ülkenin pek çok televizyon kanalı ve gazetesine baktığımızda huzur içinde, hiçbir sorunu olmayan, dünya lideri, herkesçe kıskanılan, yedi düvele karşı tek başına ayakta duran bir ülke olduğumuzu zannetmemek olası değil. Dolar ve Euro karşısında çakılan Lira’nın Pakistan Rubisi karşısında nasıl da yükselişte olduğunu bize haber olarak sunanlara, ağaçla röportaj yapıp ağacı Gezi Direnişi aleyhinde konuşturacak kadar düşmüş zavallılara inanırsak eğer dört dörtlük bir yaşam sürdüğümüze ikna olmamamız için hiçbir sebep yok. Tam da bu noktada yalanı duymanın ve yalana maruz kalmanın sonuçlarının farkına varıp, kulaklarımızı o yalana tıkamak, maruz kalmaktan sakınmak, buradan hareketle de gerçeği görme ve arama çabasına dâhil olmak çok da önemli bir yerde duruyor. Neden mi? Cevabı Can Yücel vermiş olsun. “Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi”