İşgal ve kurtuluş şehirdeki her şeyi alt üst etmişti. Yüzlerce yıllık düzen ve nüfus yapısı bozulmuş yeni bir şehir yeni bir kimlik inşa ediliyordu. Yangın alanı şehrin ortasında heylüla gibi duruyor, tütün, incir, üzüm mağazalarına, limana Ege’nin her yerinden yeni Türk işçiler geliyordu. İzmir’de yeni bir sosyete, yeni bir ekonomik düzen, yeni mahalleler oluşuyordu.
Yeni cumhuriyetin tarafı net olarak sermayenin tarafıydı. Uçurumun kenarından dönen, yıkık bir ülkenin kalkınması için ekonominin güçlenmesi bunun da sermayenin korunması ile yapılacağı düşünülüyordu. Bununla birlikte tekrar inşası yapılan şehrin dağlarındaki, tepelerindeki ağaçların kesilmesi, karafatma dağı gibi şehre çok yakın dağların taş için patlatılması gerekiyordu. Sermaye’nin çıkarlarına söz edenler ve şehrin tekrar imarında yapılan yanlışları eleştirenler cezalandırılmalıydı. İçişleri bakanı Recep Peker ve sonrasında Şükrü Kaya’nın kesin talimatları ile çatlak sesler cezalandırıldı. İzmir’de bir sosyalist, sendikacı avı başladı. Neredeyse her çatlak ses takrir-i sükûn kanunu uyarında ortadan kaldırılmış, meydan yeni iktidar, yeni düzen ile daha uyumlu olan sofu takımına kalmıştı.
Sonra 1930 geldi. Son 5 senede yapılan tüm yanlışların sonuçları bu sene görülecekti. Önce sel aldı şehri. Şehrin çoraklaştırılan dağlarından akın akın sular gelmiş, taş ocaklarında heyelanlar meydana gelmişti. Yüzden fazla insan ölmüştü bir gece İzmir şehrinde.
Sene biterken Menemen’den kötü haberler gelmişti. Çatlak seslere karşı yol verilen, önleri açılan sofu tayfasından birileri Menemen’de bir isyan çıkartmışlar ve sapkınlık içinde Teğmen Kubilay’ı şehit etmişlerdi. Bu el verme, meydanı sofu takımına bırakma işi ayyuka pek çıkmasın diye haksız bir soruşturma yapılıyor, konuyla hiç ilgisi olmayanlar bile idam ediliyordu. Devlet ayrık otlarına karşı verdiği desteği ağır ödüyor, onlarca yıl görünürlüğü kalacak yara iziyle cevap veriyordu.
Bu felaketlerin üzerinden 50 sene geçmiş, toplumda sofu takımının kayrılmasının getirdiği felaketler unutulmuş olacaktı ki bu sefer Fethullah Gülen adlı bir vaiz Kestanepazarı Camii’nde ortaya çıktı. Şehir yeniden değişiyor, doğudan göçler almaya başlıyordu. Kimi tekstil atölyelerinde, kimi iplikte, kimi incirde, kimi tütünde çalışmaya başlamışlardı. Bu insanların komünist düşünceye kaptırılmaması gerekiyordu. O yüzden Fethullah Gülen’e ve onun müritlerine görünmez bir el verildi. Gülen buradan kalkınarak neler yaptı hepimiz biliyoruz.
Şimdi üçüncü kez, sanki ilk ikisinde başımıza çok hayırlı işler gelmiş gibi tarikatlara, sofu takımına el veriliyor. Karabağlar’da yaşananlar bunun bir örneği. Karabağlar Uzundere’de İsmailağacılara ait olan kaçak bina mahkeme kararına rağmen yıkılamıyor ve tarikat tarafından kullanılmaya devam ediyor. Aslında çocuk oyun parkı olarak belirlenen yere dikilen binaya 19 Mart 2024’e kadar üç kere mühür vuruldu. Belediye 28 Haziran’da binayı yıkmaya gittiğinde, binanın etrafına duvar örüldüğünü, araziye girişin lüks araçlar ve iş makineleriyle kapatıldığını, tarikatçıların yıkımı engellemek için orada durduğu gözüküyor. Ne emniyet ne çevik kuvvet desteği geliyor. Bu yüzden belediye geri çekiliyor.
7 Kasım’da yine aynı şey yaşanıyor. Karabağlar Belediyesi kaymakamı açıkça İsmailağacıların yanında olarak, skandal bir gerekçeyle, ilçedeki güvenlik görevlilerin başka işlerde olması yüzünden belediye çalışanlarına destek veremeyeceğini bildirerek destek vermiyor ve bir kez daha kaçak yapı yıkılamıyor.
İzmir tarihinde sanki hiç yaşamamış gibi, sanki başına hiç felaket gelmemiş gibi aynı hataların yapılmasına daha kaç kere tanık olacak. Sofu kısmını destekleyen yöneticilerin neden olduklarının cezasını daha kaç Kubilay ödeyecek? Yaptığınızın yanlış olduğunu görmeniz için, İzmir’in tarihindeki kaç sayfa kederle kaplanacak? Yetkililerin, bir an evvel akıllarını başlarına devşirip, tarihin doğru yerinde durması gerek. Yoksa adları İhsan Sökmen gibilerin yanına yazılacak ve torunları onlardan bahsetmekten çekinecek.