Yazı yazmak tuhaf iş! Bazen yazmak istediğiniz şeyle, yazı bittikten sonra geldiğiniz yer, ortaya çıkan yazı, yazıyı yazan olarak sizi bile şaşırtabilir. Görür ve anlarsınız ki her yazının kendi aklı var ve o akıl sizi gitmek istediği yöne götürür. Şaşırmayın, yeni düşünceler tam da buradan çıkar ve bence “yazının namusu” denilen şey de galiba budur! Çünkü yazının başına en özgür iradesiyle oturur yazıyı yazacak olan. Artık klavye ile yazarın aklı baş/başadır. Bizim mahallenin “şucuları” ne der acaba? Endişesi yoktur. Zaten namuslu yazı erbabını, “namus dairesinde” tutan da nerenin “şucusu” olursa olsun, (devletin yahut bizim mahallenin) aldırmadan yoluna devam edebilme erdemidir.
Demem şu ki yazı yazmayı göze alıp (hele ki böylesi bir dönemde) yola çıkmış insan, rüzgâra karşı yalnız yürüyor demektir, öncelikle bunun bilincinde olmalıdır. İnsan hakkı ve her insan için gerçek anlamda adalet isteğini ise kalbinden ve fikrinden asla uzak tutmamalıdır!
Dünyanın ve siyasetin geldiği nokta, gerçek anlamda vahşicedir ve kimin kiminle dost, kiminle düşman olduğu an’lara bağlıdır. Tam da bu noktada yazı makinesinin başında olan yazar; insanların etnik, dini kimliklerini asla düşünmeden, her insanın doğaya bir armağan olduğu bilinciyle ve yalnızca insan olmaktan hareketle kurmalıdır; savaşa yahut barışa ilişkin sözünü.
Dünyanın neresinde olursa olsun biz siviller için militarizm kötüdür. İyi yürekli insanlar için ırkçılık kötüdür. Dünyanın nerden geldiğini, insanın tarihini bilenler için dinbazlık kötüdür. Bütün bunların bilincinde olmaksa, yeni ve kardeşçe bir dünyanın farkında olmaktır kuşkusuz.
İzmir’de bir Pazar sabahı Ataol Ağabey’le (Behramoğlu) bu gibi konulardan konuşurken tasarladığım bir yazı, ekseninden kayarak, kendi isteği doğrultusunda aşağıdaki “şiirimsiye” getirmişti. Bundan ötürü bu haftaki yazımın bir parçası olarak, o şiirimsiyi sunuyorum sizlere.
ATAOL AĞABEYLE BİR SABAH
Işıklı bir sabaha uyandık
Umut akıyor bu sabahın içinden
Yalakta göllenmiş sanki parıltı
Konuşuyoruz Ataol Ağabey’le
Umuttan ve gelecekten...
Karşımızda Yamanlar Dağı sisten
Yükseliyor sanki derin mavilikten
Dağın kamburundan bir ışık seli
Sanki yorgun, Ege’ye ağmaktan
Bakıyoruz ışığa uzunca, doyamadan
Bir yanı öylece karanlık denizin
Işıklı bir yanı, okyanusça öpülmekten
Uzun ve isyankâr dalgaları köpürü
Bizim de bu dünyaya gelişimiz
Ah bir bilsen, şu İzmir’den ötürü*
İzmir’im, özgürlüğümün şehri
Avaz avaz haykırıyorum ardından
İlk gençliğimin acı dolu günlerini
Ah güzel şehrim benim, isyanım
Nasıl candan severim seni bir bilsen!
Derme çatma evlerin uzanır içlere
Kenar mahallelerin yorgun sesleri
Acıyla kederlenirim körfezin üstünden
Batarken güneş çığlık çığlığa diplere
Bakakalırım hep Kordon’undan gençlere
Tektekçi şarapçıların sıra sıra olurdu
Ve uzanırdı Eşrefpaşa’dan Tilkiliğe doğru
İlk aşkımın ilk kıvılcımı yakarken bedenimi
Salaş Rum meyhaneleri soğuturdu kavuran ateşimi
Ah İzmir’im! Nasıl aşkla severim seni bir bilsen!
Işıklı bir sabaha uyandık, İzmir’in bir ilçesinden
Umut akıyor bu sabahın içinden, insana doğru
Yalakta göllenmiş sanki parıltı, arıyor kendi kabını
Konuşuyoruz Ataol Ağabeyle, bir İzmir sabahından
Umuttan ve gelecekten, konuşuyoruz hâlâ hiç bıkmadan!
Bütün bu “ahval ve şerait” içinde Cumhuriyet Bayramı’mız kutlu olsun!