Dünyamız iki cepheden korkunç bir savaşın içindedir. Birincisi, dünyayı yöneten ülkelerdeki devlet insanlarının geçmiş savaşlar ve yıkımlardan asla ders çıkartmayan, saldırgan ve önceki savaşlar dönemindeki kötü yöneticileri aynen taklit etmeleri. İkincisi, yine bu berbat ve (çoğu) cahil “başkanların” kendi küresel sermayelerini dünyanın her yerinde egemen kılmak uğruna, petrol başta olmak üzere, diğer yeraltı zenginlikleri “pazarında” sürdürdükleri amansız, akıl almaz ve dünyayı en az savaşlar kadar yıkıma götüren ekosistem saldırıları.
Söz söyleyebilen (yazan), düşünen ilk doğru dürüst insandan bu yana “kılıç ve kuş teleği” arasında bir savaş vardır. Tarihteki “isyancı” önderlerin hemen hemen bütününün söz söyleyenlerden (şairler, bilgeler) olması, yalnızca bir tesadüf mü? Sözgelimi Homeros,İlyada’yı bir daha savaşlar olmasın için yazmadı mı? Odesse’nin evine dönüş yolunda geçirdiği on yıllık acıları, aynı zamanda antik çağ insanlarının savaşlardan bıkkınlığı, acıları değil mi?
O çağlardan sızan kan, kuşkusuz günümüze kadar akıp geldi ve yeni insanlarda da “silah ve kalem” arasındaki savaşa dönüştü.
Sözgelimi 1. Dünya Savaşı; ne çok eksik beden, yaralı insan, gözyaşı, parçalanmış topraklar, ölüler, yaşanması imkânsız hayatlar bıraktı geride. Ve elbette bütün bu yıkımları anlatan büyük romanlar, anlatılar, şiirler de…
Birinci Dünya Savaşı’nı yaşamış büyük romancılar, şu gerçeği gördüler; savaşın kazananı yoktur; cephe gerisinde bekleyenler merak, keder, endişeden; savaşanların bir kısmı bedenen ve diğer kısmı ruhen ölürler. Sonuçta savaştan hiç kimse sağ çıkmaz!
Peki bu romanlar, şiirler, onca deneyim yeni savaşların çıkmasını engelleyebildi mi? Şimdiki zamandan yahut gelecek zamanın bir yerinden bakarak bu soruya olumlu yanıt verebilmeyi çok isterdik hepimiz, biliyorum. Fakat bildiğiniz üzere daha da büyük bir yıkımı engelleyemedi, Birinci Dünya Savaşı’nda akan kan ve romanlar! Çünkü yeni bir dünya savaşını oluşturan koşullar, yine kimi ülkelerin başındaki kifayetsiz, cahil “başkanların” tarihten ders almayan tutum ve saldırganlıklarıyla sınanacaktı…
Büyük, dehşet verici bir yıkımla birlikte, İkinci Dünya Savaşı da olağanüstü yapıtlar bıraktı ardında. Barışı arayan, bir daha savaşlar olmasın için savaşan romanlar ve büyük şiirler bıraktı. Çünkü biz insanların barışı istemek, dilemek dışında bir seçeneği yoktur!
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yazılan büyük yapıtların toplamı, Birinci Savaş’ın ardından yazılandan kat be kat fazladır belki de. Ve pek çoğu günümüzde de ilgiyle okunmakta. Fakat bütün bu büyük yapıtların bizlere öngördüğü; “savaşmayın” öğüdünü tutabildik mi? Yazık ki yeni yüzyılımızı da üçüncü bir dünya savaşının utancıyla kızartmaya çalışan “cahil başkanlar” yönetiyor yine dünyayı ve dünyamız belki de yeniden bir yok oluşa savrulmakta. Çünkü Ortadoğu neredeyse bir bütün olarak ve Suriye’nin Kuzeyi, Irak, Hürmüz Boğazı, Körfez, Yağmur Ormanları… Her yan ateş, kan, kıyılarda çocuk ölüleri, mültecilerin içine sokuldukları insanlık dışı durum ve yine kan, yine gözyaşı…
Dünyayı yönetenler acıyla sınanmaktan yorulmuyor; ölen evlatlar kendilerinin değil… Halklarsa bunca sonsuz acıdan bitkin… Şimdi sırımızdan kan sızıyor dünyaya ve bütün bir yeryüzü Avrupa sınırlarına dayanmış, jiletli tel örgülerle parçalanan insanı ve acısını izliyor televizyonlardan! Ah yine büyük sözleri “cahil başkanların!” En çok da o sözler acıtıyor içinizi biliyorum… Barışı haykırmaktan başka hiçbir şey gelmez elimizden bunu da biliyorum… Öyleyse hep bir ağızdan haykıralım bir kez daha; “barış; en güzel sözcüğü Türkçemizin!” ey zalim; “Barış’ıma dokunma…”