“Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın” diyen Albert Camus’un bu sözü, birçoğumuzun bildiği ve yaşadığı olayların birebir tanımı olmuş.

Bir ülkede nefes almak için mücadele verilir mi?

Kendi toprağında yaşamak için…

Kafamızda deli sorular, endişeler, korkular nereye kadar?

Sahil kasabasında yürürken, yolda işe giderken, tatil yolundayken hiç olmadık bir anda kimliği belirsiz kişiler tarafından saldırıya uğraması mı?  

Boşanma aşamasında olan bir kadının değil onlarca kadının sokak ortasında öldürülmesi mi?

Geçtiğimiz hafta hepimizin içini acıtan İzmir’in göbeğinde, en merkez konumunda yağan yağmurda su birikintisinin olduğu yerde kaçak elektrik akımına uğrayan iki gencin ölümüne seyirci kaldık…

Birbirine el uzatırken onu yerden kaldırmak isterken.

Çok acı değil mi?

İnsan yazarken de konuşurken de ayrı bir acı yaşıyor …

Yaşanan bu olaylar uzunca bir süre hafızamızdan silinmeyecek konuşulacak fakat ne kadar dikkate alınıp önlem alınacak inanın bu da tartışılır.

Yapılan uyarılara rağmen hiçbir önlem alınmamış alınmamakla birlikte hiçbir kurum ve görevli bununla ilgili yeterli açıklama yapmadan köşesine çekiliyor.

Bunun hesabı nasıl verilecek?

Birileri birilerini arkasına mı alacak?

Suçsuz mu ilan edilecek?

Öte yandan 17 yaşında genç çocuğun ölümüne neden olan bir kadın cezasız bırakılıyor.

AK’lanıyor ama nasıl diye sormadan edemiyorsunuz

Eski bir kamu görevli babası olması hangi suçun hangi ölümü ört pas edebilir!

Bu olayların hepsi gözler önünde yaşanıyor.

Üstelik ne yargılayan var ne de konuşan

Utanç veren bir tablo...

Ölen öldüğüyle geride kalanlar yasıyla ve acısıyla kalakalıyor.

Adalet ne zaman gelir bilmiyorum ama adaletin olmadığı bu çağda biz çok yanarız.