"Masal dinlememiş çocuklar büyüyünce kedi resmini bile cetvelle çizerler" demiş Cemal Süreya.
Dünya olarak çok zor günlerden geçiyoruz. Doğa ona yaptığımız kötülüklere sessiz kalmayarak insanlığa dersler vermeye devam ederken, insanlık bu dersler karşısında çoğu kez, kör olmayı tercih ediyor.
“Koala nüfusu yok oluyor” diye üzülen insanlara, “develere neden üzülmüyorsunuz” diyenlerle, hayvanlar ölürken üzülenlere, “çocuklara neden bu kadar üzülmüyorsunuz” diyenler her yerdeler... Üzülecek tonla meselemiz varken, üzüntülerimizin içeriklerini yarıştırarak, hassasiyetlerimizin dozunu tartışarak, kendileriyle aynı yerden bakmayanları linç ederek yaşayanlar dört bir yana nefret saçmaya devam ediyorlar. Dayanışma halinde olmak yerine, dünyayı iyice yaşanılmaz bir yer haline getirenlerle yaşamak zorunda kalıyoruz…
Geçmişte insanlar daha kötü zamanlar yaşadılar ama hayata tutundular diyebiliriz. Elbette her dönemin kendi içinde zorlukları var. Ama bizim içinde yaşadığımız bu çağın durumu gerçekten hiç iç açıcı değil. İşsizlik, korku kültürünün köşeye sıkıştırdığı insanlar, gelecek kaygısı yüzünden psikolojisi bozulan gençler ve tabi intiharlar…
Belki de insanları hayata bağlayan umutları kalmadı. Daha güzel bir dünya için umut etmeyi bıraktı insanlar.
Trafikte, sokakta, evde, öfkesini kontrol edemeyip insan öldürenler, çocuk istismarları ve cinayetleri, kadın cinayetleri, hayvan katliamları… Akıl sağlığını giderek kaybeden bir topluma dönüştük. Televizyon karşısında yemek yerken, her türlü katliama seyirci olurken, giderek normalleştirildi korku filmlerini aratmayan kötü olaylar.
İnsanların yarına dair bir umutları kalmayınca, yaşamlarına son vermeyi seçiyorlar.
Sanatçıların, öğrencilerin, üniversitelerden mezun gençlerin, annelerin, babaların, çocukların, hayvanların, ağaçların, çiçeklerin, bugünlerimizin, zor günlerden geçtiğini gördükçe “daha çok umut lazım” demeden duramıyor insan.
Yaşamak için, inanmak için, yarınlar için, çocuklar için, umut lazım…
“Öteki” diye adlandırılan mahallelerden birinde geçen gün bir ateş yaktık. Ateş başında toplanıp masallar anlattık. Farklı yerlerde yaşayan aileler de çocuklarıyla katıldılar.
Her çocuk bir dal odun attı ateşe. O ateşin başında toplanan bütün çocuklar eşitti. Bütün hepsinin ayakkabıları aynıydı, yedikleri yemek, içtikleri su aynıydı. Çocukluğunu annelikle, ablalıkla değiştirmek zorunda kalan kız çocukları yeniden çocuk olmuştu.
Sadece kendi çocuğu üşümesin diye değil, bütün “öteki” çocuklar üşümesin diye anneler ateşe odunlar attılar.
Çevremizi aydınlatmak için, yaşamak için, hayata sıkı sıkı tutunmak için umut etmeye ihtiyacımız var.
Belki birileri ateşin sıcağını, ışığını görüp, sönmesin diye kendinden bir dal odun atabilir. Elbette söndürmek isteyenler de çıkabilir. Ama yanmayan bir ateşin kimse ışığını göremez. Karanlıkta olduğunun farkında olmayanlar için de ışık olur yaktığımız ateş.
Toplanıp ateşin başına, düştük bir masalın peşine…
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde;
Zamanın bir yerinde Prometheus adında bir kahraman varmış, ateşi tanrılardan çalıp insanlığa armağan etmiş. İnsanlığa bilgiyi, aydınlığı, umudu hediye etmiş.
Yüreğinde iyilik, güzellik, taşıyan insanlar, koca koca canavarları, sevgiyle, dostlukla, barışla, kardeşlikle yola getirmişler. Zamanla büyükler Prometheus’un insanlığa armağan ettiği ateşi kötülük için kullanmaya başlamışlar. Çocuklar bu duruma çok üzülmüşler ve ateşi büyüklerden çalmışlar. Çaldıkları ateşi, kalplerinde saklamışlar, düşlerinin en güzel köşesine koymuşlar. Çocukların kalplerine, düşlerine bakmak büyüklerin hiç aklına gelmemiş.
Büyükler ne zaman yolunu kaybedecek olsa, çocuklardan bir kıvılcım isteyerek ateşi yeniden yakmışlar. Yaşamaktan yorulan, karamsarlığa kapılan kim varsa ateşin başında yeniden umudunu bulmuş.
Ateşi geri almak için her yolu deneyen tanrılara rağmen ateşe sahip çıkıp geri vermemişler.
Daha güzel bir dünya için, çocuklara mutlu bir gelecek bırakmak için, umut ateşini hiç söndürmeden nesilden nesile aktararak dünyaya yaymışlar…
Sanatçılar ve çocuklar karanlığa inat ateşler yakmaktan hiç vazgeçmemişler…