Bana ekonomi yazdıran bu hayat kim bilir başka nelere mecbur bırakacak? Damat Ekonomisi diye bahsedilecek bu dönemde, bize de bu süreci damadın eniştesine anlatır gibi anlatmak düşüyor haliyle. Karşıyaka Çarşı’dan yürüdüğüm ve henüz havanın kör karanlığında yürürken 20 Aralık’ı 21 Aralık’a bağlayan gecenin şaşırtıcı etkisini konuşuyordu herkes. Sokaktaki indirim marketine mal indiren şoför ile mağaza çalışanı arasındaki konu bunun etiketlere yansıyıp yansımayacağıydı. Her zamanki unlu mamullerden ‘’gevrek’’ aldığımda 2.5 değil 3 TL olduğunu söyleyen çalışan ‘’inşallah bunun da fiyatı düşecek’’ dedi ümitle. Bindiğim dolmuşun şoförü bas konuş dedikleri yöntemle aynı hatta çalışan diğer arkadaşlarına yatırım tavsiyesi veriyordu. Herkes iktisatçı kesildi anlayacağınız bir gecede.
Gece yaşananın adı: Faiz arttırmaktır diye sonda söyleyeceğimi başta yazıp geçeyim. Anırsanız da anırmasanız da faizi düşüreceğim diye buyuran Sayın Cumhurbaşkanı, yepyeni bir enstrüman buluverdi kendine bir anda. Yeni dediğime de bakmayın. 1970’li yılların Demirel döneminin bir uygulaması aslında. Adına da dövize endeksli mevduat demişler. Kazanılan faize de mevduat kazancı. Yani şimdiye kadar faizsiz kazanç yalanıyla katılım bankası adı altında müşterilerine haram olan faizi değil kar payını dağıtan finans kuruluşlarıyla insanları nasıl kandırdılarsa mevduat ve faizde de bir yöntem geliştirdiler kendilerince.
Orta ve uzun vadede kur sırf bu sebeple bu kadar düşük düzeyde kalamaz. Verilen bu kazanç garantisi insanların döviz ve altınlarını bozdurarak bankaya TL cinsinden yatırması için yeterli motivasyonu sağlamayacak çünkü. İstediği zaman bozdurabileceği dolar cinsi yatırımı 6 ay ya da 1 yıl vadeyle bankaya yatırması için büyük bir gerekçesi yok insanların.
1974 yılında Demirel Hükümeti işçi dövizlerini ve yabancı bankaları çekmek için bu yöntemi denedi. Merkez Bankası borçlandı. Pahalı bir borç ekonomisiydi aslında bu. Yaratılan sahte cennet 1977’ye kadar sürdü. Sonuçta Türk Lirası devalüasyon ile karşı karşıya kaldı ve 1980’lerdeki 1990’lardaki kronik enflasyona neden olan büyük bir ekonomik çöküş böylece başlamış oldu.
Faizi doğrudan arttırmak kadar kolay bir yöntem varken bu yolu seçmeleri büyük bir risk! Sırf tükürdüğünü yalamamak için! Faizi enflasyon ile belirlemek gerekirken döviz kuru ile belirlemek gibi tehlikeli bir yola girdik. Sayın Erdoğan’ın ‘’benim teorim’’ dediği faiz sebeptir yöntemi ile geldiğimiz nokta budur.
Hazine garantili köprüler yaptık biliyorsunuz. Hazine garantili şehir hastaneleri, hava alanları, otoyollar! Üstelik bu yolcu garantileri de dövize endeksliydi. Geçmediğimiz yolların, gitmediğimiz hastanelerin maliyetini ödedik, ödüyoruz yıllardır. Şimdi de sıra mevduatlarda. Yani bu maliyeti de hazine karşılayacak. Yani yine vergi ödeyen herkes bu yükü karşılayacak. Devlet, 5’li müteahhitlerle yaptığı anlaşmayı şimdi de yastık altındaki altın ve dövizini bozduracak vatandaşıyla bir anlaşma yapmış oldu böylelikle.
Özetle, bu bir yanılsama. Döviz kurlarını kalıcı olarak bu düzeyde tutabilmeleri için bu yetmez. Alınan bu politik kararı başka politikalarla desteklemedikleri sürece kur yukarı doğru devam edecek. Bu borç hepimizin borcu olacak maalesef.
128 Milyar $ nerede diye sormaya devam ediyoruz anlayacağınız. Son 3 haftada dövizdeki ateşi düşürmek için Merkez Bankası tarafından piyasalara müdahale edilmesinin maliyeti 10 Milyar $. Yanlış politikaların maliyetini halkın sırtına yükleyen sorumsuz iktidar, kendi beceriksizliğini ötelemenin bir yolunu da bulmuş gibi görünüyor. Kısa vadeli bu yöntem ömrünü uzatmaya yetmeyecek. Sorularımızı sormaya devam edelim:
128 Milyar $ nerede? 10 Milyar $ nerede? Birkaç saat içinde 1 Milyar $’ı yüksek kurdan satanlar kim? Bu yeni uygulamayı kimler önceden biliyordu? Kimin ne kazandığını bilmiyoruz. Ama kimin kaybettiği net: Halk.
Bundan sonra da kimin kaybedeceğini erken seçimde göreceğiz: AKP