2020’nin son ayı geldi işte. Buraya kadar epey zorlukla gelmiş olsak da Mart’tan bu yana senenin nasıl geçtiğini hem hiç anlamadık hem de iliklerimize kadar her gününü hissettik. Hep 2020’ye suç bulduk ama 2021’in de en azından başları bizi yine zorlayacak gibi görünüyor.
Aralık ayı genel olarak geçtiğimiz bir senenin muhakemesi, o senenin “en”leri ve yeni senenin dilekleri, hayalleri ile geçiyor.
Hele İzmir’in bir türlü tam soğumayan havasının Aralık ile birlikte yılbaşı ruhuna bürünüp buz kesmesiyle birlikte, süslenmiş sokaklarda salep kokusuyla dolaştığımız çarşılar benim için en güzel yeni yıl ritüellerindendi. -di. Sanki başka türlü yeni senenin geldiğini anlamazmışım gibi…
Bu sene Aralık’ın geldiğini Spotify listelerimizin sosyal medyada paylaşılmasıyla anladım. Spotify üşenmemiş bizim için dev bir hizmet yapmış. Kim ne dinlemiş, hangi türü daha çok dinlemiş, hangi şarkıyla zor günleri atlatmış, yeni kaç sanatçı keşfetmiş, hangi şarkıya takılıp defalarca onu dinlemiş gibi upuzun, paylaşmaya hazır hikâyeler bütünü… Ama iyi ki de yapmış, çünkü ekranlardan gördüğüm kadarıyla birkaç arkadaşımın evinde süslenmiş çam ağaçları dışında bize yeni seneyi hatırlatan başka hiçbir şey yok henüz bu Aralık’ta…
Amacım yeni yıl ruhunu anlatmak da değil oysa. Selin’in kitabı için bir iki kelam etmek niyetiyle oturdum yazının başına. Selin benim arkadaşım. Kurumsal hayatımız esnasında karşılaşmıştık. Bir yandan çok da uzun süre birlikte çalışma fırsatımız olmadı. Benim o diyarları terkim ile de birçoklarında olduğu gibi birbirimizin izini kaybettik.
Bir gün Selin aradı. Yazıyla ilgileniyordu ve atölyeleri araştırırken atölyem ve ismimle karşılaşmıştı. Bu Beril o Beril mi acaba, düşüncesiyle telefona sarılmış, böylece yollarımız yeniden kesişmişti. Ama olmadı, biz uzun süre ne yazı konusunda ne de bir kahve içmek için bir araya gelebildik. Salgın günlerinin gelmesiyle birlikte süre daha da uzadı. Sonra Selin, ilk kitabının yayımlandığı haberini verdi. Büyük mutluluk! Baktık, salgın kolay kolay bitmeyecek, açık ve güzel havada bir araya geldik Selin’le. Henüz kitabı elime ulaşmamıştı.
İki eski kurumsal bir araya gelirse önce ister istemez şirket dedikodusu yapar. Biz de öyle yaptık. Ama işin daha heyecanlı olan kısmı çıktığımız yollardı. Selin motor ile tanışmıştı. Motoruna atlayıp uzaklara gitmeyi, doğayı, hayvanları, müstakil zamanlarını seviyordu. Motosiklet tutkunlarına yönelik bir dergide yazmaya ve dergiye farklı alanlarda katkı sağlamaya başlamıştı. Ve pandemi zamanlarında yazmaya başladığı, kendi hikâyesiyle duyarlılıklarını harmanladığı masalla karışık anlatı raflarda yerini almıştı: Müstakil Zamanlar, Selin Yalçın.
Müstakil, başkasına hesap vermeyen, isyan ve bağımsızlık anlamlarını taşıyan Arapça bir kökten geliyor. Evet, Selin’in kendi müstakil zamanlarını sevdiğini söyledim. Ancak onun duyarlılıkları hiç de başkasına hesap vermeyen cinsten değil. Aksine tüm doğa ve yaşamla bir bütün olduğumuzu bize hatırlatıyor. İnsan; hakikat, iyilik, huzur, güven, özgürlük ve sevgiye tek başına ulaşmıyor.
Selin’in kitabından yola çıkarak yazacaklarımı düşünürken aklımın yeni yıl ve Aralık’tan geçmesi doğal. Bu sene birbirimize ne kadar bağlı olduğumuzu, dokunmanın ve temasın ne kadar önemli olduğunu, yaşamak için ne kadar küçük şeylere ihtiyaç duyduğumuzu, hüznün içinde neşe, sevincin içinde keder olduğunu, doğaya yaptıklarımızın sonuçlarını zaman içinde aldığımızı, ne kadar unutmaya çalışsak da ölümün burnumuzun dibinde oluşunu, yaşamın bizden büyük olduğunu gördük, görüyoruz; hepimiz hayatlarımızda birtakım idraklerle ilerliyoruz. Hayat böyle bir şeymiş.
Zor günler bitmedi. Ama Aralık geldi. Yeni sene de gelecek. Hayat öyle ya da böyle, bir şekilde devam edecek. Gelin, bu senenin muhakemesini yaparken insanla, dünyayla, yaşamla olan bağlarımızı yeniden düşünelim. 2021, geçmişi hatırladığımız, idrak ettiklerimizle ördüğümüz yeni mümkünlerin senesi olsun…