Neye ihtiyacım olduğunu bilemediğim bazı zamanlarda hayatımda önemli yeri olan kitaplara sarılırım. O an aklıma gelen bir tanesini elime alır, rastgele bir sayfasını açarım. İsterim ki o sayfada o anki halime derman olacak, o ânıma iyi gelecek birkaç sözcük okuyayım, altını çizdiğim satırlardan veya öylesine bir satırdan biraz ilham alayım.
Geçen hafta böyle günlerden birinde Clarissa P. Estes’in Kurtlarla Koşan Kadınlar adlı kitabına sarıldım. Gözlerimi kapadım, nereye denk geleceğini bilmeden sayfaları parmaklarım arasında kaydırmaya başladım ve uygun olduğunu düşündüğüm an parmaklarımın arasındaki sayfayı açtım.
Sayfada ilk okuduğum cümle şöyleydi:
“Sevinç, bir kadının, kâğıdın üstüne sözcükleri ilk kez öylece döktüğünde ya da tam kafasının üstüne al punto notlar astığında sahip olduğu duygu türüdür.”
Bir yazar olarak bu sevinci birebir içimde taşıdığım için cümle bana yabancı gelmedi, hatta onunla bir duygudaşlık kurdum. Ancak kitapta hangi masalda bu konudan bahsedildiğini hatırlamıyordum. İsimlerin değil, satırların izinden devam ettim.
“Bir kadının kendini direngen hissettiği, yoğun hissettiği, riske girmesini gerektiren, sınırlarını zorlayan, kendisine iyi gelen bir şey başardığında hissettiği türden bir sevinçtir – belki hoş bir şekilde, belki değil, ama o şeyi, o birini, o sanatı, o savaşı, o anı, yani hayatını o yapmıştır, o yaratmıştır. Bu, bir kadının doğal ve içgüdüsel varoluş durumudur. Vahşi Kadın bu türden bir sevinç aracılığıyla ortaya çıkar.”
Bu şekilde okuyunca “sevinç” ile kastedilenin ne olduğu daha da belirginleşti. Masala baktım “Kırmızı Ayakkabılar” adlı masalın psikolojik çözümlemesini yapıyordu Estes. Kırmızı ayakkabılarını kendisi için, kendi elleriyle yapan bir kızın rahata ermek adına yaşlı bir kadının peşinden gidip nasıl tuzağa kapıldığını, o kırmızı ayakkabılarını parlak güzel kırmızı ayakkabılarla nasıl değiştirdiğini ama en sonunda işlerin nasıl da kontrolden çıkıp küçük kızın ayaklarıyla birlikte kırmızı ayakkabılarından kurtulduğunu anlatan etkileyici bir masaldı bu…
Kırmızı ayakkabılardı o sevinç; ama parlak olanlar değil, kendi ellerinle kendin için yaptıkların…
Masalı yeniden okuduğumda bende etkisi büyük oldu. Evet, dedim, zaten aylardır neşemizi kaybettiğimizden bahsediyorduk, sevincimizi kaybettik biz. Hem de sadece ben ve çevrem değil, tüm toplum kaybettik o sevinci… Yaşama sevincimizdi o, arzularımız, tutkularımız, başarı hissiyatımız, yapma ve yaratma becerimiz, ortaya bir şeyler çıkarabilme gücümüz, varoluş durumumuz. Sadece kadınlar değil, kadın erkek kaybettik biz o duyguyu…
Estes’in satırlarında gezinirken “dibi” gördüm. “… dip, psişenin yaşayan köklerinin bulunduğu yerdir. … Yeni bir şeyi tekrar ekmek ve büyütmek için en iyi topraktır dip. Bu anlamda dibe vurmak, son derece acı verici olsa da, aynı zamanda tohum ekmenin zeminidir.”
Masallar ilham verici, onları okumayı bilirsek çokça öğreticidir. Orada kullanılan her bir öğenin, her bir arketipin bir karşılığı vardır içimizde, hayatımızda… Neye ihtiyacım olduğunu bilmediğim bir gün sevincimin eksik olduğunu fısıldadı bir masal. Sonra da görmemi öğütledi hayattaki tuzakları. Dibin de umutlu olabileceğini hatırlattı tekrar.
Umut en çok ihtiyacımız olan… 2021’in son yazısını 2022’den umut ve o kaybettiğimiz sevinci dileyerek kapatıyorum bu sebeple. Dipten yeşererek çıktığımız, yaşam sevincimizi geri kazandığımız, dayanışmamızla yaralarımızı iyileştirdiğimiz, büyük kutlamalar yaptığımız bir yıl olsun.
Sevincimizi kaybettik; ama hükümsüz değil, hükmü çok büyük; ondan vazgeçmiyoruz!