Şom ağızlılar yine alarm çığlıkları atmaya başladılar: “Dikkat! Susuzluk krizi kapıda. Aylardan Ekim, İstanbul dolayındaki barajlarda su seviyesi yüzde 10’un altında. Ve yakında yağmur görünmüyor!”
Susuz yazları eskiden de bilirdik. Bu kez susuz bir kıştan söz ediyorlar. İklim dengeleri öylesine bozuldu ki olur mu olur!
Ama bakarsınız bazı yerleri de sel götürür. Zamanımızın acayipliği orada zaten. Seller ve susuzluklar birlikte yaşanıyor. Yeni iklim düzeni ya da düzensizliği böyle bir şey!
En çok olup en az bulunan
Aslında çocukluğumdan beri ona benzer bir paradoksun yanıtını aramış ve bulamamışımdır: Bir şey nasıl hem “en çok” hem de “en az” olur?
“Su”dan söz ediyorum. Yer kürenin yüzde 70’i sularla kaplı. Ama pek çok yerde içilecek su sıkıntısı çekiliyor. Nasıl olur bu?
Bu arada uzaya, yıldızlara gidiliyor, insanları yüz defa öldürecek güçte silahlar yapışıyor, asfaltlar döşeniyor, gökdelenler dikiliyor!
Bilimsel dev buluşları fennin en son harikaları izliyor.
Ama içilecek su yok. Bahçeleri sulayacak su yok. Yıkanacak su yok!
İlk hedef olmalıydı
İnsanlık 20. yüzyıla akıllı bir canlı türü olarak girmiş olsaydı, bir numaralı hedefi en çok olan o şeyi (su) en az olan o şeye (su) dönüştürmek olurdu. O zaman 21. yüzyılda insanlık susuzluktan kavrulmaz, çiçekler parkta kurumazdı.
Hayır yapmadılar. Hep başka şeyler öne geçti. Ve şimdi kış başında susuzluk alarmları veriyoruz.
Irmaklar, dereler kurudu, baraj yapacak yer kalmadı, olanları dolduracak yağış yok, yeraltı sularını bitirdik.
Bizim Bozcaada’da delince 30-40 metrede su bulunurdu. Şimdi 70-80 metreye inmek gerekiyor. Yakında oradan da su çıkmayacak. Çünkü ada artık içinde su bulunmayan bir taş parçasına dönüşüyor.
Yalnız bizde değil, Akdeniz’deki adaların çoğunda durum böyle. Mare Nostrum, çakıl taşları döşenmiş bir havuz haline geldi! Afrika’nın susuzluğundan kaçan kaçak göçmenlerin cesetlerinin yüzdüğü bir havuza!
Pahalıymış!
Ne zaman bu işten anlayanlara bu büyük paradoksun nedenini sorsam hep “desalinasyon” denen tuzlu suyu arıtma sürecinin pahalı olduğundan söz ettiler. Yok efendim şimdiki tekniklerle desalinasyon için çok elektrik harcanması gerekiyormuş, bu da su maliyetlerini çok yükseltiyormuş, şuymuş buymuş!
Gerçeği söyleyemiyorlar: Kıt olan tatlı suyu satmak çok daha karlı. Birileri iyi para kazanıyor!
Efendim pahalıymış! Peh! Attığın bombalar, gereksiz uçurduğun jetler, depolarını “süper” yakıtlarla doldurduğun tanklar daha mı ucuz?
İnsanlık geleceği görüp deniz suyunu tatlılaştırma süreçlerini bilimsel bir öncelik ilan etseydi; o uğurda seferber olsaydı, bugün Mavi Gezegen yemyeşil olurdu.
Dahası, buzulların erimesiyle yükselecek olan deniz seviyesi tehlikesi azalırdı.
Kim sorumlu?
Susuz kışların sorumlusu, dünyayı yöneten ve tüm doğal kaynakları paraya dönüştürmekten başka bir şey düşünmeyen Neoliberal Kapitalist zihniyettir. Yerküreyi, istedikleri gibi girecekleri sonsuz tarlalar olarak gören tamahkarlardır. Onun sahte peygamberleridir. Soracak olursan kimi Hristiyandır, kimi Müslüman, kimi Budist, kimi dinsiz. Yoktur birbirlerinden farkları. En kısa zamanda en fazla kar, tek hedefleridir!
Bu kış musluğunuzdan su akmadığında gariban belediye başkanınıza değil onlara küfredin!
Ve bir son söz: Yaşasın şom ağızlılar! Haber medyalarının en önemli görevlerinden biri şom ağızlılıktır. Siz, tatlı dillilerinden korkun!