Günün ilk ışıkları şehrin sokaklarını aydınlatırken ünlü düşünürlerden Herakleitos Efes'in önemli yerlerinden biri olan Meandros (Menderes) Irmağı’na yaklaşır, nehrin kıyısında düşüncelere dalar.

Fark ettiği çok önemli bir şey vardır. Irmağın suları sürekli değişmekte sürekli akmaktadır. Aynı suyun iki kez akmadığını fark ettiği o an Herakleitos’un ünlü düşüncesi ortaya çıkar. Her şey akar ve hiçbir şey sabit değildir. Herakleitos’un antik şehirde bir nehre bakarken fark ettiği bu önemli düşünce aslında dünyanın da değiştiğini hiçbir şeyin sabit kalmadığını anlatıyordu. Durağanlığın bir yanılsama olduğunu ortaya koyuyordu.

Herakleitos’un M.Ö 530 yılında doğduğu Efes, antik çağda dünyanın 7 harikasından birinin inşa edildiği en zengin, en ihtişamlı kentler arasında yer almış; 5 bin yıl öncesinde kurulmuş bu kentin koruyucuları ise hep kadınlar olmuştu. Kibele, Artemis ve Azize Meryem Efesliler için kutsal sayılmış. Hatta Efesliler Artemis’in kendi topraklarında doğduğunu öne sürmüşler. Roma çağında ise 4 imparator tapınağına sahip olmayı başaran nadir yerleşimlerden biri olarak karşımıza çıkan Efes, uygarlık tarihine adını altın harflerle yazdırmıştır.
Efes, yüzyıllar boyunca dünyanın en önemli kozmopolit kentlerinden biri olarak küçük Asya'nın siyasi, ekonomi ve kültür başkentiydi. Bugün ondan kalan zayıf izler bile onun kendi döneminde ne kadar muazzam bir kent olduğunun kanıtı. İnsan kalıcı olanın peşindedir, ölmeden var oldum, yaşadım, bir yerlere damgamı bastım kaygısı taşır. Değişir dönüşür iz bırakır.

Antik çağın Efes Agorası da adeta dünyanın en önemli buluşma yeriydi. Roma'nın mutlak hâkimiyetinin yaşandığı 300 yıla yayılan dönemde kent her yönden gelen denizci, tüccar, köylü, asker ya da kölelerin tıka basa doldurduğu bir yerleşimdi. Nüfusu o dönem için rekor sayılabilecek bir düzeye erişti. 200 binleri geçtiğinde Agora rengârenk bir insan panayırına dönüşmüştü. Kimler yoktu ki burada; kendisine en iyi dokumaları yüklemiş Suriyeli açıkgöz tüccarlar, bakır tenli meraklı Mısırlılar, hoş kokulu şemsiyeli kibar Lidya beyzadeleri, Frigya bozkırından gelmiş alçak gönüllü köylüler, iyi pazarlık yapan Giritli balıkçılar, kaba saba tavırları ile bilinen Galat yani Kelt paralı askerler. Roma’nın öyküsünü yazan tarihçi politikacı düşünür kim varsa insan manzaralarına pek düşkündürler. Bu yüzden Efes'in Agorasını anlatmaya şöyle devam ederler; Kimler yoktu ki burada, deri kıyafetleri içinde gururlu Acemler, hep bir arada duran Yahudi bankerler yarı köle Trakyalı gladyatörler sürekli bağrışan İyonyalı pazarcılar, kavgacı Pisiadalılar, kaba lisanları ile Karayalılar, ellerinde çıkınlarıyla İskitliler, Kartaca'dan Etyopya'dan getirilmiş siyah köleler. Ve üstlerinde krem renkli pelerinleri, ayaklarında sandaletleri mağrur ve kibirli Romalı vergi memurları, faizle borç dağıtıldığı bir anlamda tefecilik yapıldığı bu yerde tüm ticari tezgâhları kontrol ediyordu.
Agora’nın güney kapısının yanında yer alan Celsus Kütüphanesi ise seçkin sınıfa aitti.  Kitaplar sadece din adamları ve en üst düzey yöneticilere açık bir “sır” gibiydi. 12 bin el yazması eserin yer aldığı bu kütüphane Efes’e Roma’dan gelen Romalı tüccar ve yönetici Aquila tarafından ölen babası için anıt mezar olarak yaptırılmıştı. Kentin koruyucusu Artemis gibi kütüphanenin koruyucuları da kadınlardı. Sophia (Bilgelik), Arte (Erdem), Ennoia (Kader) ve Episteme (Bilim)’i temsil eden 4 kadın heykeli kütüphanenin alt katı girişinde bulunuyordu. Romalı taş ustaları Celsus’un erdemlerini kadın olarak sembolize etmişler. Bugün yerinde gördüğümüz heykeller aslında gerçek heykellerin kopyaları. Zaten yakından baktığınızda mermer olmadıkları anlaşılıyor. Heykellerin asılları ise Viyana’da National Bibliotheke’de Efes’e ayrılmış galeride bulunuyor.

Akdeniz'in bu güzel yapısının amacı kenti aydınlatmaktı. O dönemde Efes cazip limanıyla dünyanın dört bir yanından sürekli göç alan bir refah ve barış kentiydi. Bu kozmopolit yapısı nedeniyle kütüphanesi de farklı kültür ve inançlardan çok sayıda yazılı belge ve kitapla doluydu. Bağış yoluyla temin edilen kitaplar bir nevi şehrin üniversitesinde koruma altındaydı. Kütüphanenin görevlileri ise dönemin ünlü bilgin ve şairlerinden oluşuyordu.

Efes Kütüphanesi İskenderiye ve Pergamon Kütüphanesinden sonra üçüncü büyük Antik Çağ kütüphanesi olarak döneme damga vurdu. Kütüphane 3. yüzyılda ki Got saldırılarında ağır hasar gördü ve içindeki 12 bin el yazması eserin büyük bölümü bu sırada çıkan yangında kül oldu. İyonya’nın en önemli ve son düşünürlerinden Efesli Herakleitos’un dediği gibi her şey akıyordu hiçbir şey kalıcı olmayacaktı. Dediği gibi de oldu. Değişim kaçınılmazdı. Bu yüzden girdiğimiz ırmak her defasında bir başka suyu üzerimizden aşırdı. Uygarlık tarihinin en dinamik en üretken metropollerinden biri olan Efes, büyük değişimlerin etkisiyle tarih sahnesinden çekildi. Bir zamanların inanç ve değer sitemine referans oluşturan putlar, imparatorlar tepetaklak oldu. Eski dünyanın görkemli metropolü Efes’ten geriye kalanlar sadece düne değil, bugüne dair de çok şey anlatıyorlar.

Dünyayı değiştiren kentler vardır, tarihin akış yönünü değiştiren. Tüm dünya ona koşar sığınmak için. İşte o kentlerden biridir Efes. Selçuk’ta Güzel İzmir’imizin hemen yanı başında. Efes’i hala görmediyseniz yolunuzu mutlaka düşürün. Artemis’e ve Herakleitos’a tarih sayfalarında dolaşmaktan mutlu olan tüm zaman yolcularından selam söyleyin olur mu?