1860 yılı… Osmanlı İmparatorluğu’nun en gözde liman şehirlerinden biri olan İzmir’de, dönemin dâhi mühendislerinden Gustave Eiffel, şehrin ticaret damarlarından birine can verecek bir yapı inşa eder.

Konak Pier… Çelik konstrüksiyonuyla dönemin ötesinde bir mühendislik harikasıdır. Temelleri antik Efes’in taşlarına dayanır, malzemeleri Fransa ve Belçika’dan getirilmiştir. Şimdi ise İzmir’in kalbinde sessiz bir haykırışla dimdik durur, ama adeta kendi kaderine küsmüş bir hâlde…

Fransa’da aradığı desteği bulamayınca, kaderin peşinden gitmek zorunda kaldı Eiffel. Asıl büyük eserlerini vereceği topraklar, uzaklarda, Güney Amerika’daydı; Uruguay, Paraguay… Ama oraya varmadan önce bir durak, bir geçiş noktası gerekiyordu ona. Paris’te “Empire Ottoman” ya da “Turquie” dedikleri bu topraklarda, Smyrna’da buldu kendini. Anadolu’nun kalbinde, Ege’nin kıyısında bir eskiz çizdi; Konak Pier… Bu yapı, bir deneme tahtasıydı, gelecekte yaratacağı büyük mühendislik harikaları için bir prova. İzmir’de bıraktığı iz, onun bir sonraki dev adımına ışık tuttu. Estonya’dan Peru’ya İspanya’dan Panama Kanalı’na Eiffel’in adı bugün dünyanın dört bir yanında yankılanırken, bu mütevazı başlangıç da hikâyesinin gizemli bir parçası olarak duruyor.

Eğer Konak Pier’in dili olsaydı, belki şöyle derdi:
“Ey İzmir, bana Paris’teki kardeşim Eyfel’in kaderini bağışlamadın. O, dünyanın dört bir yanından hayranlıkla izlenirken, ben insanların yanı başından fark edilmeden geçip gittiği bir gölge oldum. Zamanında kervanların, gemilerin mallarını ağırlayan asil bir gümrük binasıydım. Şimdiyse kimliğim parçalandı, bedenime eklenen camlarla tanınmaz hâle getirildim. Oysa ben, kültür ve sanatla dolu bir mabede dönüşmeyi hayal ederdim. Hayalimde İzmir’in insanları, koridorlarımda sanat sergilerini gezip, tarihin ve estetiğin tadını çıkarırdı. Şimdi ise yalnızca alışveriş yapan adımları hissediyorum.”
Paris’teki Eyfel Kulesi, Fransa’nın sembolüdür. Onun altından geçen her turist, büyülenmiş bir şekilde başını yukarı kaldırır ve tarihe tanıklık eder. Oysa İzmir’in ortasında, Konak Pier’in önünden geçen kaç kişi bu yapının bir Gustave Eiffel eseri olduğunu bilir? Kaç kişi, Fransa’daki o ünlü kule gibi onun da bir zamanlar dâhice bir mühendislik harikası olduğunu fark eder?

Konak Pier, geçmişte İzmir’in ticaret kalbi olmuş, malların limandan dünyaya açıldığı görkemli bir gümrük binasıydı. Cumhuriyet döneminde balık haline dönüştürüldü. Bu bile belki kaderine bir saygıydı; çünkü o hâlâ İzmir’in nabzını tutuyordu. Ancak zamanla otoparka, ardından alışveriş merkezine dönüştürüldü. Şimdi, Pasaport tarafındaki cepheye eklenen kocaman bir mağaza ve göğe yükselen demir yapılar onun taş döşemeli zarafetini gölgelerken, acaba kaçımız onun İzmir için ne kadar özel bir miras olduğunu hatırlıyoruz?

Eğer Konak Pier bir kültür ve sanat merkezi olarak kalsaydı… Eğer onun koridorları, dünyaca ünlü sergilere, tiyatro oyunlarına, edebiyat sohbetlerine ev sahipliği yapsaydı, bugün İzmir’in sembolü Eyfel Kulesi gibi dünyaya tanıtılabilir miydi? Şüphesiz ki evet. Çünkü o, sadece bir bina değil, İzmir’in geçmişini bugüne taşıyan bir köprüydü.

“Bana verilen her yükü taşıdım,” derdi belki Konak Pier, “Ama beni taşımak isteyen çıkmadı. Ben bir tarihi temsil ediyorum. Gustave Eiffel’in elleriyle şekillendirdiği bir hatıra, Anadolu’ya dokunan Fransız mimarisinin sessiz bir şahidiyim. Oysa şimdi, ne olduğumu, neden burada durduğumu kimse bilmiyor. Eğer ben de Eyfel gibi yüceltilebilseydim, bugün başka bir hikâye anlatıyor olabilirdim.”

Konak Pier, aslında İzmir’in simgesi olmaya en yakın yapılardan biriydi. Ancak kader, onu tarihi bir gururdan bir ticaret noktasına dönüştürdü. Belki bir gün, birilerinin dikkatini çeker, çelik kemerlerinde ve taş zemininde sakladığı geçmişi yeniden paylaşabilir. Belki bir gün, İzmir halkı onun yanından geçerken başlarını kaldırıp tarihine bakar ve onun, tıpkı Eyfel gibi bir sembol olduğunu hatırlar. Ama o gün gelene kadar, Konak Pier yalnızca sessiz bir şekilde orada durmaya devam edecek, hayalindeki sanat kokan günleri özleyerek…

Ah Pier,

Bir gün seni anlatırlarsa,
Şöyle desinler:
Bir ışık olacaktın, zamana mühür,
Saçlarında aşk rüzgârı, efsunlu bir hüzün.

Vapurlar! ardı ardına süzülerek geçerken içinden 
Martılar kederli…
Ve masmavi camlara saklanmış ruhun, bir gölgeye bürünmüş.

Ah Pier, kaldır pelerinini 
De ki;
Seni unutan o şehir,
Kendi ruhunu kaybetmiştir!
Bir gün adını hak ettiği gibi anar mı dersin?
İşte o vakit, yıldızlar bile sana selam durur, küçüğüm…
Direklerinde güller açar,
Pencerelerinde ‘Mutluluk’ şarkıları