Haftayı Los Angeles’teki büyük yangını üzüntü içinde izleyerek geçirdik. O yörede çok yakınlarımız, Amerikalı ve Türk dostlarımız var;oralarda yaşamışlığımız, görmüşlüğümüz var. Sinema endüstrisini yakından ilgilendirdiği için sektörel yakınlığımız var…

Yangının ulaştığı kasaba ve mahallelerdeki çaresizliği orada yaşayan dostlardan duymak kaygı vericiydi.  Sokaklara dikilen “Tahliyeye hazır olun!” kırmızı bayrakları, “Haydi çıkıyorsunuz!” anonsları, şanslıysalar “Dönebilirsiniz” müjdeleri…

Bu yazı yazılırken yangın hala devam ediyordu.  Çarşamba günü rüzgarın normale dönmesi ve gerçek hasar tesbitinin başlaması bekleniyor.  O zamana kadar Azize Ana (Santa Ana) rüzgarları egemenliğini sürdürecek. 

Sonra?  Sonrasını kimse bilmiyor.  Pasifik Okyanusu kıyılarındaki “rüya”yerleşim yerlerini karabasanlar bekliyor.

Kafalardaki bir soru: Zaten çaptan düşmüş olan Hollywood ve Los Angeles eski görkemine dönebilir mi?  Yoksa 11 Eylül’den sonra New York’un başına gelen kararma onun da yazgısı mı olur?  Yangınla birlikte Los Angeles’te mi söner?

Öbür randevu

Los Angeles ile İstanbul’un ortak yazgısını biliyorduk: İkisinin de depremle ciddi bir randevusu vardı:Ha bugün ha yarın deprem bekliyorduk. Los Angeles’taahşap villa evlerin tercih edilmesinin nedenlerinden birisi de buydu.

Gelin görün ki, yangın gelince onlar cayır cayır yandı. Tek tük beton evlere ise bir şey olmadı! 

Biz İstanbul’da, haklı olarak, yanarak değil, beton blokların altında kalarak ölmekten korkuyoruz! “Birinin gıdası, ötekinin zehiri” şeklindeki ata sözü bunu iyi anlatıyor.

Evet, bazen inatlaşmayıp, “doğanın suyuna gitmek” de kurtulmaya yetmiyor. 

Kötü bir espri ama yazmadan edemeyeceğim:  Los Angeles yangınında su bulunamaması gibi!  Beton olsaydı o kadar suya ihtiyaç olmayacaktı! Ve yangın büyümeyecekti.

Zihinsel sefalet

Bir yandan uzaklardaki yangını yakından izlemeye çalışırken bir yandan da yakınlardaki zihinsel sefaleti yakından izlemek durumunda kaldım.  “Sefalet”derken başta X olmak üzere sosyal medya platformlarında yapılan yorumları kastediyorum. 

Biz iletişimciler, sosyal medyanın, insanın, benim terimimle Homo supercommunicatus’un ne kadar meraklı, bilgili, akıllı olduğunu ortaya koyacağını ummuştuk.  Tam tersi oldu: Meğer burada ve Los Angeles’taher gün yanımızdan geçen kimi türdeşlerimiz aslında ne kadar boş, cahil, takıntılı, kindar ve kötüymüş!  Ne kadar budalaymış!  Ne kadar saçma sapan şeylerle avunuyor, ne garip safsatalarla kendi varoluşunu haklı gösteriyormuş!

Örneğin,bu yangınların çoğunun ülkeye kaçak gitmiş esmer tenli yabancılar ve özellikle Müslüman göçmenler tarafından çıkarıldığını iddia edenler.  Örneğin, aslında Filistin yanlıların çoğunlukta olduğu bu bölgedeki yangınların İsrail’e karşı ilahi bir ceza olduğunu öne sürenler.  Örneğin bu yangınların 20 Ocak’ta göreve başlayacak olan Trump’a MOSSAD’ın bir uyarısı olduğunu dile getirenler: “Yamuk yapma yakarız!” diyorlarmış!

Afet yönetimi ve X

Los Angeles yerel yönetiminin ve California eyaletinin afet yönetimi açısından başarılı bir sınav vermediğini biz ta buradan gördük. Elbette orada da haklı olarak sert biçimde eleştirilecektir. Amenna! Her yıl bu türden “çılgın” yangınların çıktığı bir yerde -- Türkiye’den de bildiğimiz gibi -- hazırlıklı olmak şarttır.

Ama, bağnaz bir kafayla tüm fiyaskoyu bir tek kişinin, itfaiye müdürünün, LGBT’libir kadın olmasıyla açıklamak!  En azından kötü niyetliliktir!

X gibi dövüştürücü platformların buna benzer kriz dönemlerinde kötülerin borazanı ve kötülüklerin reklamcısı haline gelmesi günümüzde demokrasilerin ve barışın önündeki en büyük sorunlardan biri haline gelmiştir.  Kafaları karıştırarak ve yanlış hedefler göstererek krizleri çözmeyi daha da zorlaştırıyorlar. 

Los Angeles yanarken çıkan bir ders daha: Sakin ve salim bir dünya için Musk’eli kışkırtıcılara topluca hayır demeliyiz!