Gecenin bir vakti çıkmışım yola, hem gözüm dolu hem gönlüm. Nasıl bir yorgunluk, nasıl bir hiçlik hissi.

Dilime dolamışım bir Metin Altıok şiiri, durup durup başa sarıyorum.

“Dolanıp duruyorum ortalıkta.
Kedim hımbıl, yaprak döküyor çiçeğim,
Rakım bir türlü beyazlaşmıyor.
Anahtarım güç dönüyor kilidinde,
Nemli aldığım sigaralar.
Ne zaman bir dosta gitsem,
Evde yoklar.”

Kendi içimde semah dönüyor kelimeler. Upuzun bir yolun başındayız. Nasıl başladığını dahi bilmediğimiz hayat hikayemizin içinde bir uçtan diğer uca savrulup duruyoruz yılmadan, yıkılmadan. Bazen bir nefeslik ara veriyor, bazen o bir nefeste boğuluyoruz. Eyy bizim kalabalık yalnızlığımız, ne çıktığımız yolun ne varacağımız yerin önemi yok sanki. Her gün tek başına kendi cenaze namazımızı kılıp kendi düğünümüzde olmayan halayın en başında yerimizi alıyoruz. Hangi çiçeğe dokunsak dikenlerini çıkarmış, kanatacak yer arıyor bedenimizde. Kocaman bir ailenin terk edilmiş çocukları gibi bakıp görmeden yürüdüğümüz yollarda düşüp tekrar tekrar kanatıyoruz dizlerimizi. Bir elimizle diğer elimizi ısıttığımız, on kişiyle yan yana yürürken içimizden sorduğumuz sorulara cevap vermeye başladığımız bu süreçte yalnızlığın verdiği tuhaf huzurun karanlığına gizleniyoruz. 

Herkes kendi kalabalığının yalnızlığında boğuluyor. Toplaşıp kahkahalar atıyor anıları tazeliyoruz. Her birimiz bugün yaşadığımız muhteşem mutluluğun içimizde yarattığı huzurdan dem vuruyoruz yanımızdaki arkadaşımıza. Aldığımız yeni elbisemizden bahsediyor, geçen gün oturduğumuz kalabalık masanın keyfli sohbetinin güzelliğini övüyoruz durduk yere. Bir taraftan kahveler pişiriyoruz altı olmayan cezvelerimizde. Pişirip pişirip sohbetin ortasına getiriyoruz büyük bir keyifle. Birimiz arkadaşıyla yaşadığı haftasonunu anlatıyor ballandıra ballandıra, diğeri eşiyle gittiği aile yemeğini, bir diğerimiz “kıydım paraya gittim” dediği tatili yatırıyor masaya. “Yediğin içtiğin senin olsun, gezip gördüklerini anlat” diyoruz. Gözleri kocaman, göğüs tahtasının altından belli oluyor kalp atışı. Heyecanlı heyecanlı ardı ardına sıralıyor gezip gördüklerini. Hep yapmak lazım diye ekliyor cümlenin sonuna. Ayşe Abla giriyor yan taraftan cümleye “ah be Nergis, herkes sen gibi paralı mı, nasıl gidip gezsin?” kahkahalar kaplıyor etrafı, Nergis belli etmese de bozuluyor biraz. Yaşı orta seviyenin üstünde olan Barış, sevgilisi ile kavgasını anlatıyor. Sonra nasıl tatlıya bağladıklarını anlatıyor uzunca. Kavgaya kısaca değinip, barışmanın tatlı hazzı ile ne kadar mutlu olduklarının altını çiziyor. Nurgül hayat pahalılığından dem vuruyor, Süheyla tırnağının kırılmasından. Vedat lafa girip bölüyor sohbeti “akşam toplanıp bir şeyler mi yapsak hem biraz laflarız”. Sohbete doyamayan herkes hemfikir oluyor bir anda. Akşam on kişilik bir grup toplaşıyoruz Bende Kalsın Meyhanesi'nde. Sabah yaptığımız sohbetin aynılarını çevirip duruyoruz masa etrafında. Kahkahalarımız sarıyor yine etrafı. Saat gecenin bilmem kaçı, oturduğumuz masadan bir bir ayrılıyoruz. Masada kimse kimseye 'nasılsın' demeden bitiriyoruz günü. Nergis, Ayşe, Vedat, Nurgül vs… Konuştuklarımızı masada bırakıp, konuşamadıklarımızı sırtladık gidiyoruz. Biri oğlunun ölüm yıl dönümüne ağlıyor tek başına, bir diğeri ödeyemediği borçlarını olta yapmış sallamış denize, biri yalnızlığına türkü yakmış ateşi paçalarına dolanmış, diğeri nefes alıp vermekten yorgun. Topladık bohçamızı, mutlu çekilen fotoğraflardan kesip kendimizi, yürüyoruz bir başımıza. Ey bizim kalabalık yalnızlığımız, döktük yürüdüğümüz yollara 'nasılsın' sorusuna 'kötüyüm' cevaplarımızı. Tek başına döktüklerimizi toplayarak dağılıyoruz, kalabalığın içinde yalnız kaldığımız hayatlarımıza.