"Tek dileğim uzun yaşamak değil sağlıklı ölmek" Kahraman Keskin
Şair dostum, İZ’den 'köşedaşım' Tuğrul Keskin'in babası Kahraman Keskin’le Tuğrul'un bir imza gününde Yakın Kitapevi’nde tanıştım.
Bir daha belki hiç yaşamayacağımız, yaşayamayacağımız kadar çok insan iç içeydik. Maskesizdi herkes her bakımdan. Keskin baba azıcık yakınsa da gözünden, kulağından, memnun ve gururlu çocuklarından ve torunlarından. Yüz-dör-dün-de sırım gibi, aklı yerinde! Derin bir dinginlikle:
Üç sene oldu dedi. Hanım gideli.
Kalmadı tadı tuzu.
Tek dileğim sağlıklı ölüm!
Sahi Nedir Sağlıklı Yaşam Sağlıklı Ölüm
Korona Salgını Avrupa’da ilk ve en çarpıcı biçimde İtalya’yı vurdu. Zengin Kuzey’in yaşlı nüfusu, binlerle yaşama veda etti. Yaşanan acılar, olan biten adeta düşünmeyi durdurdu.
İtalyan düşünür Giorgio Agamben’in salgın ve İtalya hakkında görüşleri, 20 Mart ve 16 Nisan günü Gazete Duvar’da yayınlandı. Agamben amacını, hastalığın ciddiyeti hakkında fikir vermek değil, salgının etik ve politik sonuçlarını sorgulamak olarak tanımlıyor.
Söylemleri katı ve uç bulunabilir. Felaket anaforu anlarında, gözden kaçan şeylere dikkat çekebilmek “çıplak” anlatmayı, bağırmayı gerektirebiliyor.
O’nun feryadı artık yaşamayı salt biyolojik varlığa indirgeyen ve çok şeyden soyutlanarak salt hayatta kalmayı esas alan anlayışa karşıdır. İnsanların artık pratikte her şeyi, hastalanma tehlikesine feda etmeye hazır olmalarına ve diğer insanları ne pahasına olursa olsun uzak tutulması gereken bulaş yayıcılar olarak görmelerine bağlıyor. Ve peş peşe soruyor:
“Hayatta kalmaktan başka ahlaki değeri olmayan bir toplum nedir?”
“Nasıl oluyor da koca bir ülke, hiç fark etmeden, bir hastalık karşısında politik ve etik olarak çöktü?”
“Ülkeyi felç eden panik dalgasının gösterdiği ilk şey toplumumuzun artık çıplak hayattan başka bir şeye inanmadığıdır.”
Nasıl oldu da İnsanlık ile barbarlığı birbirinden ayıran eşiğin ya farkında olmadan ya da farkında değilmiş gibi yaparak, aşılmasını kabullendik?
Arkadaşlık ve aşk ilişkilerimizi, yakın çevremiz <olası bulaş> kaynağı haline geldiğinden de facto-fiilen askıya aldık?
Dünya kadar İtalyan haklı olarak itiraz edebilir. Ama doğru değil diyen olabilir mi?
Sahi hayatta kalmaktan başka ahlaki değeri kalmamış bir toplum nedir?
Agamben, Kilise ve Papa’yı adını aldığı Aziz Paul’ün cüzzamlılara uzattığı eli, uzatamamış olmakla; taziye ziyareti ve cenaze hakkını savunamamakla, Hukuk dünyasını ise tıpkı sorumluluklarını yürütmeye devreden parlamento gibi sessiz kalmakla eleştiriyor.
O “modern” sağlık sektörünü tüm bunların üzerine oturduğu bir büyük soyutlamanın kaynağı olarak eleştiri dışı bırakmıyor. Diyor ki tüm bunları mümkün kılan “ bedensel ve manevi hayatımızı saf biyolojik varlık ile duygulanımsal ve kültürel yaşam şeklinde birbirinden ayırmış olmamızdır.”
Sağlığı metalaştıran ve tehditkâr bir ticaret alanına dönüştüren neoliberal sağlık sistemini “alkışlamadığı” anlaşılıyor. Sektör eleştirisini, hayat kurtarmak için çırpınan, çok da can kurtaran, hekim, hemşire ve tüm destek emekçilerini “alkışlayarak” aktarmış olayım.
Tepkisi, aslında “güvenlik” gerekçelendirmesiyle özgürlüğü feda edilen ve bu nedenle kendisini yıllarca süren korku ve güvensizlik durumunda yaşamaya mahkûm eden topluma sanki!
İnançları ve sorumlulukları için ölüme kafa tutabilenler toplum oluşturabilir! Umut onlarda.
Tuğrul’a sordum Kahraman Amca nasıl? “Bu da geçer! diyor” dedi.