Planlama karşıtı neoliberal yaklaşımın bizdeki sembolleşmiş demagojisi “plan değil pilav” der! Bu metafor dahi, planlama ihtiyacını içinde barındırır. Çünkü plansız programsız pilav pişirilemez. Anlatacağım benzetmeyi pek severim:
Pilav pişirme öğretisi sosyal bir iştir. Kişisel deneyimler, pirincin cinsini, suyla ilişkisini, ıslanma ve kavurmaya tepkisini ayırmayı bilmeye yönlendirir. Malzemeyi tanımak huyunu suyunu bilmek püf noktasıdır.
Şehriyenin pembeleştirilmesi, sıvı ve tereyağının oran ve zamanlaması, tuzu ayarlamak, tencere kapağının altına yerleştirilecek kâğıt havlu ile demlenme süresinin, yeme zamanına denk düşürülmesi gibi!
Tüm bunlar bilgi, tasarım ve uygulama demektir.
Pilav istediğiniz gibi olmadığında başa dönüp süreci gözden geçirmek, hatayı tekrarlamamanın yoludur. “Geri besleme” denen bu işlemle birlikte “pilav pişirme” tam bir planlanma eylemidir.
Neden pilav pişirildiği ya da pilavı kimin yiyeceği sorusu politiktir. Çünkü ekonominin yanı sıra tercih ve kararlar içerir. Tercih yapma, planlama eylemini salt teknik bir konu olmaktan çıkarır; politikleştirir!
Herkes basitten karmaşığa çeşitli planlar yaparak yaşar. Bilerek ya da çaktırmadan politika yapar. Aslına bakarsanız plansız, politikasız “pilav” olmaz!
Covid19 salgınına ve onunla birlikte gelecek olası sorunlara karşı, olası adımları planlamak ve “yeni normalin” eskisinden beter olmaması bağlamında da yerelden neler yapılabileceğini irdelemek istiyorum.
Planlamayı; verilerin toplanıp bilgiye dönüştürüldüğü, ulaşılmak istenen geleceğin ve normların tanımlanmasına dönük politik süreçlerin örgütlendiği, saptanan amaçlara ulaşmak için izlenecek yolun ve araçların tasarlandığı ve uygulama sürecinin örgütlenmesi ve uygulamada erişilen her evrede geri bildirim ve ölçümlemelerle sürecin/planın yeniden biçimlendirildiği bütünlüklü ve süreğen bir toplumsal etkinlik olarak tanımlamıştım.
Kaynak, erk ve bilgi sıkıntısı çekildiği düşünülen olağandışı durumlarda, amaçların saptanmasından tedbirlerin hayata geçirilmesine, planlama ve uygulama aşamalarının tümünde demokratik katılım süreçlerinin örülmesi ve birlikte yapma yollarını geliştirmek, çözüm anahtarıdır.
Salgın, deprem gibi olağandışı durumlarda, merkez ve yerinden yönetim örgütlerinin rekabetçi değil tamamlayıcı roller üstlenmesi, felaketle baş etmenin vazgeçilmezidir.
Pandemi gibi küreselleşmiş felaket durumları, ülkeler üstü, ülkesel ve yerel programlar gerektirir. İdare ve sivil örgütlenmeler ve özerk yapılar yelpazesinin, çabalar toplamı olmadan bunlarla baş edilemez. Sağlık planlamasının toplum ölçeğinde ele alınması, sağlığın bireysel değil toplumsal bir durum olduğunun kavranmasıyla birlikte gelişir. Salgınla mücadelede birey sorumluluğu ve kusuru esas alınamaz.
Uzun zamandır sağlık; sadece hastalık veya sakatlıkların yokluğu olmayıp, bedensel, ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik hali içerisinde olma durumu olarak tanımlanıyor.
Taze ve özgün bilgiye erişim ve bilginin yapılandırılması, plan ve program yapabilmek için hayati önemdedir. Hastalığın coğrafî mekânda ve toplumda dağılım seyrinin düzenli, nokta nokta izlenmesi yerel düzenek gerektirir.
Bilgi iktidarı ve bilginin özel mülkiyeti, işe yarayacak “gerekli” bilgiye erişimi kısıtlayıcıdır. Bilginin filtrasyonu, karartma ve sansür ancak alternatif kaynakları çoğaltarak aşılabilir.
Sağlığa ayrılan kaynakların kıtlığı safsatadır. Bir şeye ayırıp diğerine ayırmama tercihtir. Politiktir.
İnsan yoksa, daha doğrusu toplumsallaşmış insan yoksa, onun paylaşımcı sosyal emeği yoksa, o zaman kaynak da bilgi de üremez, birikmez, kültüre dönüşmez; uygarlığın yükselişine basamak olmaz.