Kentin tüm sokakları ayyaş, metruk, sisli... Kentin tüm evleri gri, boyasız, çatısız… Kentin tüm insanları süssüz, alsız, renksiz… Kimsesizlik kol geziyor dillerinde, aşklarında, oyunlarında! Şarkıları bir türkü tutturmuyor, ninnileri yankılanmıyor düşlerinde! Herkes bir diğerinin ötesi, terk ettiği; kavuşmak paslı bir erdemin kaybettiği yalnızlık! Kent kedisiz bir ev gibi; soğuk, oyunsuz ve bahtsız!
Laflamak kapı önünde, bir sinemeye kaçmak, bir pastanede buluşup bir dilim pastaya iki çatal istemek ise büyük büyük nenelerin anlattığı uzak bir masal! Hele komşunun feryadına yalınayak, canhıraş koşmak, komşunun çocuğuna salçalı ekmek yedirmek çok uzak bir kentin unutulmuş âdeti! Şimdilerin konforu kapı pencere sıkı sıkı kapatılıp mümkün olduğunca insansız kalmak!
Sonra birden kentin cızırtılı radyosundan bir şarkı duyulsa… Şarkı bir gün kente bir tiyatronun geldiğini duyursa… Tüm insanlar birden sokağa koşsa, yürüse… Herkes birbirine gülümsese? Tiyatro en güzelinden bir kentin sıcacık masalını anlatsa… Kentin sokakları birden afişe bulansa…
Kentin tüm sokakları ayyaş, sevdalı, umutlu… Kentin tüm evleri rengârenk, çatısı kedi yolu… Kentin tüm insanları aşka düşmüş, yanık, dilleri şarkılı, türkülü, tumturaklı… Öylesi bir düş tutturmuş ki herkes, herkes bir diğerinin insanı! Birbirine yaklaştıkça kimse kimsenin ötesi değil, berisi olmakta! Kapı önünde çiğdemler çitleniyor, çocuk dediğin gece yarısı eve terlik atılarak alınıyor, komşu dediğin kapısını kitlenmiyor, perdesini sabahın köründe açıyor, kahveler ise bir fiskosun etrafında günde en az üç kez fala kapatılıyor. Kentin tüm insanları vakit akşam olunca giyinip, süslenip tiyatroya koşuyor…
Gülümse…
“Hadi gülümse bulutlar gitsin
İşçiler iyi çalışsın, gülümse
Yoksa ben nasıl yenilenirim
Belki şehre bir film gelir
Bir güzel orman olur yazılarda
İklim değişir, Akdeniz olur, gülümse.
Sazlarım vardı, ırmaklarım vardı çok
Çakıl taşlarım vardı benim
Ama sen başkasın anlıyor musun?”