Ötesi, berisi, hikayesi, lügati bir olmayan binlerce insan aynı cümlelerin altında birleşirse… Cemi cümle; emeği, teri, çilesi, pulsuzluğu, sahnesizliği için bağırırsa… Günü gecesi birbirine karışmış, umudu birbirinin haykırışından almış, vuslatı zamansız perdelerinin gölgelerinde saklanmak yerine, bir avuç insan avaz avaz bağırırsa…
Tüm bunlar ne kadar da uzak geliyor değil mi? Bir olmak! Kendi tiyatrolarımızın çatıları altında bir diğer tiyatronun bağımsızlığını savunmak! Hükümsüz tartışmalara girip, yargısız kararlar almak! Adaleti mülkün temelinden caydırmak! Yargılı infazsız düşünmek! Gölgesini satmadan, ağaçları yaşatmak misali her tiyatronun emekçi bağırışını, ayrıcalıklı bir sınıfın ustaca kullandığı bir silaha dönüştürmemek! Zor ama imkansız değilmiş. İmkansız olansa bunların olmayacağını düşünmekmiş. Ne mi oldu?
Türkiye’nin her bir ayrı ilinden yaklaşık iki bin tiyatro zahmetkeşi “İlgili kişilere, kurumlara ve kamuoyuna arz ederiz” diyerek yedi maddelik bir talep metninin altına imza attı! Yani ayrı dertleri olan, apayrı bağımsız tiyatrolar, ortaklaşan beklentilerini beyan etti! Yani, ‘çağın gerisinde bırakılmış tiyatro emekçileri’ harekete geçti. Yani, üreten, üretmeye devam edecek olan ayrı kentlerin tiyatro emekçileri kategorize edilmiş statülerin ötesinde “kaynaklar paylaşılmalıdır” diyerek haklı isyanın ortak cümlelerini yarattı! Yani, “Hukukta görevin, taahhüdün ve sorumluluğun yerine getirilmesine engel teşkil edebilecek nitelikte bulunan ölüm, iflas, hastalık, tutukluluk ve buna benzer hallerdir. 'Mücbir sebep' kavramı hukukun temel kavramlarından birisidir ve hukukun hemen hemen bütün dallarında uygulaması görülmektedir” olarak tanımlanan mücbir sebebin, sanatsal faaliyetleri salgın sebebiyle sekteye uğramış kişileri olarak “Tiyatrolar kamuya aittir, kamusaldır. Kamusal tiyatroya ayrılması gereken devlet ödenekleri vardır, bu ödenekler haktır. Böyle bir felaket sürecinde ‘devlet ve yerel yönetim ödenekli tiyatrolar’ ve ‘kamusal tiyatrolar’ arasında ayrım yapılamaz. Kaynaklar paylaşılmalıdır” dedi. Peki şimdi ne mi olacak?
Her kafadan bir ses çıkmaya devam edecek. Çok seslilik birbirine tahammülü olan ve olmayan insanları, tiyatroları birbirine yaklaştıracak! Yaklaştıkça küçülen insanlar, bağımsız tiyatro çatısı altında birleşmiş insanları ve tiyatrolarını biraz fitne fücur akıllarıyla biraz konformist koltuklarından izleyerek bu sefer tiyatro zahmetkeşleri tarafından konu edilecekler. Ve bizler; “Tiyatromuz Yaşasın” diyen çığırtkanlar sizlere;
“Hadi oradan. Son sözler yeterince doğru söz söylememiş aptallar içindir.” diyeceğiz.