Doğa ile aramızın açılmasında teknolojinin ve sanayinin gelişmesi, devlet politikaları, kentleşme şüphesiz çok etkili. Süleyman Demirel döneminde barajlar, mühendislik harikası olarak tanımlandı. Sulak alanlarda ne olduysa bu fikrin ortaya çıkması ile oldu. Doğal göllerin bir kısmının ve büyük nehirlerin sulama ve enerji üretiminin hizmetine verilmesiyle biyoçeşitlilik, yerel kültür ve balıkçılığa kaybettirdiklerinin göz ardı edilmesi bunun sonuçlarından. Doğadan neden uzaklaştığımızın en önemli cevabı, yerel kültürden eksilenlerde saklı. Doğa ile insanın bağını kuran, yaşam pratiklerinin tanımlandığı kültür...
Anadolu’da Hıdırellez kutlamasının dere ile ilişkisi vardır. Gaziantep’te düğün öncesi derede davullu zurnalı gelinin çeyizini yıkama geleneği vardır. Derenin halktan alınmasıyla bu gelenekler ve suya saygı da mazi olmaya başlayıverdi. “Çocukluğumuzda böyle yapardık” dediğimiz anılara dönüştü.
Doğa ile insanın arasındaki bağ, faydaya ve gözleme dayalı. Meranın kıymetini hayvancılık yapandan daha iyi kimse bilemez. Ya da ormanın değerini yakacağı odunu, yediği otu mantarı toplayan orman köylüsü en iyi bilir. Samsun’daki Kızılırmak Deltası’nı hala mandasını kapalı sistem yerine salma yani doğada otlatma yöntemiyle yürüten mandacılardan dinlemek gerek. Mandanın su, kuş ve sazla ilişkisini ekolog gibi anlatırlar. Bu bilirkişilerin sayısı da kırsalda yazık ki eskisi kadar çok değil artık.
Doğadan uzaklaşma sebeplerine şunu da eklemeliyiz; insansız doğa koruma. Yüzyıllardır bağ kurduğu alanlarla arasında tel çekilen insanları, tehdit olarak görmek sulak alanlardaki yasa dışı avcılığı, ot toplayıcılığını bitirmedi, ötekileşme fikrini ve umursamazlığı besledi.
Yıllar önce Allianoi kum ve suyla boğulmasın diye emek verirken bir köyü ziyaret etmiştim. Köy ile Allianoi arasında iki kilometrelik bir patika yol vardı. Belli ki köy ile antik kentin ilişkisi varmış diyerek kahvede abilere sorduk; Allianoi’nin sular altında kalacak olması hakkında siz ne düşünüyorsunuz bir şey yapıyor musunuz diye? Abilerden biri şu cevabı verdi; “Burada kazı çalışmaları başlayana kadar Allianoi’nin sıcak suyu bizim şifalı gördüğümüz yerdi. Kazı çalışmaları ile Allianoi bize yasaklandı, şimdi ne olursa olsun”.
Kazı alanları elbette ilgili yasal mevzuat gereği kontrollü eylemlerin olması gereken alanlar. Ancak etrafında yaşayan insanların bu alanlarla geçmişten gelen bağı da göz ardı edilmemeli.
Korunan alanlar için insansızlaştırma yaklaşımı tutmadı... Tutsaydı yıllardır korunan alan olan sulak alanalar, ormanlar, denizler için hala nasıl ve ne yöntemle korunacağına kafa yoran bu kadar kurum, kişi olmazdı. Bugün “doğadan neden uzaklaştık?” diye sormazdık.