Nezaket ve zarafetin olmadığı hayatlar çok eksik… Bunların olmadığı aşk, aşk değil. Dostluksa dostluk değil. Her şeyi hızla alıp tüketmeye alıştığımızdan mı, dev plazalara kapanıp içimizi dinlemeye fırsat bulamamaktan mı artık sebebine ne dersen… İnsanın, kendinden ve diğer canlardan uzaklaştığı acayip çağdayız. Kendine uzak olanın başka cana yakın olması, değer vermesi de beklenemez.
Uzaklaşmanın sonucu yüksek rakımlı tutarsızlık… Aşk ve cinayet kelimelerini yan yana getirip katledilen kadının arkasından “aşk cinayetine kurban gitti” gibi cümleler duyup kurabiliyoruz. Halbuki aşk yok etmez, çoğaltır. Kibir ve öfke öldürür.
Sokak hayvanlarını seviyorum diyenin bahçesine doğadan koparılmış kara kaplumbağası aradığına utanarak şahit oldum. Kara kaplumbağasını sevmenin göstergesi evde beslemek olamaz. Üstelik bu tamamen yasa dışı bir sevgi. Doğa koruma mevzuatına göre cezası olan… Kara kaplumbağasına gönül bağının göstergesi ancak bu türün yaşadığı yeri korumaktan ve koruyan sivil toplum örgütlerinin yanında olmaktan geçer.
Veganım deyip konserve balık yediğini anlatanı duydu bu kulaklar. Ton balığını, büyük ölçekli balıkçı teknelerinin dev ağlarla avladığından ve avlarken martı, karabatak, köpekbalığı demeden ağa takılan pek çok hedef dışı türü ve yavru balıkları avladığından bihaber…
Ne dediğini ve ne yaptığını bilmeden öylece zamana, akıma kapılmak bugün yormasa yarın yorar insanı. “Benim için önemli” denen konu altı boş değerler yığınından başka bir şeye dönüşemez.
Herkesin hayatı kendine zor. Bu zorluk içinde dengeyi kaybetmek ve kendinden, diğer canlardan uzaklaşmak çok normal. Ancak önce kendine sonra çevrene yaklaşmanın yolunu aramamak, kendini bilmemek anormal.
Hayatta nelerin eksik olduğunu fark edebilmek için arada rutinin dışına çıkmak gerek belki de? Herkesin cevabı kendine özel ve biricik…
Geçtiğimiz günlerde Güler Sarıgöl Köymen’in Urla’da ki tasarım atölyesi Pür’ü ziyaret ettim. Bütün bu yazı orda içime düştü. Gönlündeki zarafet ve nezaketi elinden diline ve işlediği ürüne döken kadınları görünce…