Özgürlükçü eğitim teorilerine, eğitime ve radikal eleştiriye dair önemli bir bakış açısı sunan ve önemli birçok soru eşliğinde konuları ele alan Joel Spring’in “Özgür Eğitim” adlı kitabı başvuru niteliğinde bir kitap. Kitabı okuduğunuzda, eğitime eleştirel bakmanın bilgisine ve konuya dair var olan tartışmalara, bakış açılarına bilgisine erişebilirsiniz. Eğitime dair bu tür düşünceleri dile getirenlerin sadece okulla sınırla kalmayıp, aileye, çocuk yetiştirme biçimlerine ve devlet yapısını da göz ardı etmeden ele alması da oldukça değerli.
Okul eğitiminin radikal eleştirisi ile başlayan kitap bu alanda çalışmış düşünürlerin zorunlu eğitimi neden eleştirdiğini etkileyici bir şekilde özet halinde sunuyor bizlere. ‘İdeolojik anlamda zorunlu eğitim nedir?, zorunlu eğitim tam olarak neye karşılık gelmektedir?, zorunlu eğitim nasıl bir toplum yapısı arzulamaktadır?, zorunlu eğitimin devlet otoritesi ile bağları nelerdir?’ gibi soruların cevaplarını da örneklerle bulabiliyoruz.
Endüstriyel toplumun ortaya çıkışı ile birlikte kilisenin yerini alan okulun işlevinin bir nevi; sorgulamayan, soru sormayan, itaat eden bireyler yaratarak bu bireyleri hem devlet otoritesine hem de sanayinin hizmetine hazırladığını vurguluyor.
Spring, radikal eleştirmenlerin özgür bireyi nasıl tanımladıklarına dair bilgiler de veriyor. Okullar, bireyin kendini gerçekleştirmesine izin vermediğini, bireyi yok saydığını, bireyin yeteneklerini göz ardı ettiğini ve bir “nesneye” dönüştürdüğünü tartışmalar eşliğinde sunuyor. Spring, William Reich’ın “otoriter ideolojiler ve muhafazakar yapılar üreten bir fabrika” olarak tanımladığı modern ailenin katmanlarını tek tek alt üst ediyor. Cinsel özgürlüğü temel yapıtaşı olarak ele alan Neill gibi düşünürlerin ailenin, cinsel özgürlüğü adeta muhafazakar bir kaleye hapsettiğini, bunu da devletin aileyi kurumsallaştırarak sürdürdüğünü örneklerle gözler önüne seriyor.
Eğitim alanındaki tartışmaların yöntem ve tekniklerden ibaret olmadığını toplumsal değişimin doğasıyla ilgili olduğu üzerinde duran Spring, toplumun bir makine görevi gördüğü inancı üzerine kurulan mevcut sistemde çocuğun da nesneleştirildiğini belirtiyor. Okullarda belirli kalıplara sokulan, şekil verilen, testlerle ayrıştırılan çocuklar toplumda uygun görüldükleri yerlere yerleştiriliyorlar.
Yüzyıl önce, çok sayıda insanı, eğitim kurumlarını değiştirmenin politik ve ekonomik değişimin zorunlu bir parçası olduğuna inandırmak güç olacaktı. Bugün de bu aynı şekilde geçerlidir diyebiliriz. Çünkü toplumsal ve ekonomik güçler okulları toplumda merkezi denetime sahip araçlardan biri yaptı.
Yazar, gelecekte aranması gereken şeyin, bireysel bilinç düzeyini, var olan toplumu yaratan ve bu toplumda bireyin yerini belirleyen toplumsal ve tarihsel güçlerin anlaşılmasına ulaştıran bir eğitim sistemini ön görüyor. Bu da teori ve pratiğin birleşimi ile gerçekleşecek devrimci bir çabanın merkezinde yer alacaktır.