Okulsuzlaştırmanın birkaç ilkesini açıklayarak başlayalım. İngilizcedeki “eğitmek” kelimesi (educate) Latince “beslemek, büyümesine neden olmak” anlamına gelen educare kelimesinden türemiş ve İngilizce ile çağrışımını organik olarak sürdürmüştür. Okulsuzlaştırma, kelimenin kökenine dönülmesini talep eder. O halde eğitim, zorunlu yaş olan altı yaşından başlayıp lisenin veya üniversitenin sonunda bitmez; eğitim yaşama, büyüme, deneyim temelinde devamlı olarak insanın yaşadığı çevreye karşılık verme ve onu işleme eylemidir. Bu tanım bize John Dewey’in okulda yapılanın dışında, yaparak öğrenme kavramını akla getirir ve burada süreci öğretmen değil de çocuk yönlendirir.
Gandhi, eğitimin -bir insanın hayatta kalmak için yapması gereken şeyi yapmak yoluyla- hayatın kendisinden kaynaklandığında ısrar eder ve “zanaatla eğitim” ile benzer biçimde bütünleşmiş bir sürece gönderme yapar. Gandhi için bu; çocuğun kendisine, ailesine ve topluluğuna ekonomik olarak hizmet edecek olan zanaattır. Okullarda sürdürülen oyalayıcı çalışmanın aksine zanaat, hayatla bağlantısı koparılmış bir alıştırma değildir. Benzer bir biçimde, okulsuzlaştırma yanlısı bir müfredat öğrenenin diğerleriyle ve doğal dünyayla olan ilişkisinden doğar.
Özgürlük: “özgürlükten” neyi kastettiğimizi vicdani olarak tarif etmeliyiz. Özgürlük çocukları yalnız bırakmanın çok çok ötesinde bir şeydir; sosyal varlıklar olarak bizler, diğerlerinin sevgi ve desteği olmadan özgür olamayız. Özgürlük; bireyin, öz-yaratıcı bir süreç olan toplumu yaratmaya bilinçli olarak katılmasının ve bireyin bireysellik hakkı kadar diğerlerine karşı görevlerinin de farkına vardığı kolektif bir girişimi gerektirir. Bakunin’in sözleriyle, “Yalnızca başkalarının varlığıyla ve onlarla olan ilişkimle kendimi özgür hissedebilirim… Tüm yoldaş insanların özgürlüğünü ve insanlığını tanımadan kendi başıma özgür veya insan değilim.”
Bu ortak yaşam çabasının üyeleri olarak tanınan çocuklar, bir başkasının iyiliğinden sorumlu hale gelirler. Böylece kendi kişisel özgürlüklerine katkıda bulunan bu yükümlülüğün farkına varırlar. Radikal eğitimci A. S. Neill’e göre bu basitçe” aşırı serbestlik değil özgürlük” anlamına gelir. Kişi, topluluğun bir üyesi olarak özgür olmak için, başkalarının özgürlüğüne saygı göstermek zorundadır. Okulsuzlaştırmanın da bir çocuğun gelişiminin bu tür bir özgürlüğe dayandığını söylemek mümkündür.
Yaratıcı ortak bir çaba olarak toplum: Sorgulama ve yeniden düşünmeyi, tartışma ve münazarayı, inceleme ve keşfi, fikir ayrılığı ve çekişmeyi -dengenin bozulması ve bunun karşılığında büyümeyi gerektiren pratikleri- teşvik eden okulsuzlaştırma, çok büyük belirsizliklerle yüz yüze gelmemizi gerektirir. Neticede, toplumun bir insan yaratımı olduğunu; karşılıklı bağımlılığımız, düşünce ve hayal gücümüzden aldığımız kuvvet dışında başvurabileceğimiz nihai ve aşkın bir zeminin olmadığını anlamımızı sağlar. Bu farkındalık, bugün olduğu haliyle toplumu dönüştürmeye yönelik çalışmak için bizi ve çocuklarımızı özgür kılar. Okulsuzluk elbette yalnızca özgür bireyler değil, özgür bir toplum da geliştirmeyi ister.