Demiş Shakespeare. Bizler sahnede insanların hayatlarını oynarız. Kimi zaman komiktir yaşadıklarımız kimi zaman trajedi. Çoğu zaman günlük yaşamın dile getiremediklerini sahnede oluşturduğumuz karakterler dile getirir ve yine çoğu zaman bunları söyleyen tasarlanmış karakterler olduğu halde gerçek kişiler cezalandırılır. Kimin sesi olduğunuz önemlidir yani sahne üzerinde. Güçlü bir silahtır sahne ve sahnedeki ve o silah sahnedeyse mutlaka patlar. İnsanlığın yaşadığı tüm süreçler mutlaka sanatta karşılığını bulmuş ve özellikle tiyatro insanın temel dertlerini, acılarını, komik durumlarını, aşklarını, korkularını, kapana sıkışmışlığını yüzyıllardır sahneden seslenmektedir yazarının dili, yönetmeninin gözü ve oyuncusunun ruhuyla ama hayat bir oyun değildir. En azından hala içinde yaşarken.
Bugünlerde çok fazla acıyla karşı karşıya dünya ve insanlık. Her gün artık daha ne kadar şaşıracağız derken ağzımız eskisinden biraz daha açık buluyoruz kendimizi. Bunu sahnede anlatsan bu kadarı da artık fantezi denilecek birçok olayla burun buruna yaşıyor ve bir sonraki eylemimiz aaa ben hala yaşıyorum ne acayip demek oluyor. Çünkü acımasızlığın, korku kültürünün kol gezdiği, ekmeğiyle imtihan etmenin, başarısızlığın kutsanmasının, başarının cezalandırılır hale gelmesinin, ekonomik sıkıntılardan bunalmanın, ülkenin en büyük şehirlerinden birinde keyfe keder ve milyon dolarlara yapılacak bir doğa felaketinin ortasında, çalışacak iş bulamadığı ve yemek kartında parası olmadığı için intihar etmenin, yürüyerek gittikleri hastaneden cenazelerinin çıktığı, bakımsızsın diye kendini öldürecek erkeklerin ellerine teslim olmuş kadınların, evime tekrar ne zaman ekmek götüreceğim derdine düşmüş erkeklerin dünyasında yaşamak gerçekten mucize.
Sahnede biz bu insanların hayatlarını oynuyoruz ama insanların hayatlarıyla oynamıyoruz. Hayat bir oyun değildir.