Tarihte inanç üzerinden dayatma ve kıyımlar geniş yer tutar.
Bugüne geldiğimizde, geçmişten ders çıkarmak istersek eğer inanca dair herhangi bir dayatmayla doğrudan karşılaştığımızı hissettiğimiz anda karşı koymayı tercih etmeliyiz.
Yerelde inanç özgürlüğünü hissetmek kolaydır. Yönetimi elinde tutanlar, merkezden hükmettikleri yereli kontrol altında tutmak için inanç dayatmalarıyla karşımıza çıkarlar. Muhafazakârlık, inancı tek tipleştirme eğilimine geçtiği anda gözünü karartmış demektir.
Ah Hypatia!
Paganları yok eden Hristiyanlar, İskenderiye’de Yahudileri katledip yakmışlardır. İskenderiye Valisi’ne diz çöktüren Hristiyanların lideri, Filozof-Matematikçi Hypatia’yı katlettirmiştir.
İnancın türü ne olursa olsun kölesi olursak insanlıktan çıkarız. Nefes alıp verdiğimiz sınırlı süre olduğunu bir an olsun unutmadan birilerinin sonunu getirebilecek kararları zihnimizden çıkarmak gerek. Tarih, katledenlerle, katletmeyi vacip sayanları yazmaz. Yüzyıllar sonra kadın matematikçi olarak Kepler’in teorilerinin altyapısını oluşturan Hypatia, araştırmasını tamamlayamamasına rağmen şu an burada ve zihinlerimizde yer bulabiliyor.
İzmir’de İnanç
Türkiye’de inanç özgürlüğünün en belirgin yaşandığı kentte böyle yazmak zor değil. Bu kentin sokaklarında oluşan havayı solumak tüm insanları özgürleştirebilir.
İnanç özgürlüğüne sokakta dil uzatana pek rastlamayız. Devletin gücünü arkasına alanlar ya da onların uzantıları, yerelde bir huzursuzluk yaratırlar. Yerinden yönetim olsa inanç özgürlüğü meselesi tartışmalarının gündem oluşturması önlenebilir. İlkeler bazında konuştuğumuzda tepeden inme demokrasimizi, yerelden merkeze dönüştürebilmek için ‘inanç’ tartışması kritik bir noktada duruyor.
Siyasetin İnanç Gündemi
2005-2010 arasında ana gündem ‘laiklik’ tartışmaları üzerinden gelişmişti. Öyle ki, 2009 yerel seçimlerinde Cumhuriyet mitinglerinde kendini bulan laikler sandığa öyle bir yüklendi ki çoğu ilçede Belediye Başkanı’nın adı, mesleği öğrenilmeden oy kullanıldı. 2009 sonrasında da devam eden laiklik tartışmaları, 2011 ile birlikte duruldu. Aslında, inanç özgürlüğünü yerelde tehdit eden ‘imam hatipler’ konusu gündeme geldiyse de merkezi muhalefet gündemine öncelikli sıralara bu konuyu almadı. Hal böyle olunca, bir kerecik muhalefetsizlik belki de hükümetten değil, bağımsız görünmesi gereken ‘Meclis Başkanı’ndan gelen hamleyle baş döndürdü; boşluğa düştük. Açıkça inanç özgürlüğünü hedef alan açıklama ile özgürlükler üzerinden konuşmak yerine ‘din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması’ klişesi üzerinden başladı tartışmalar.
Laiklik Nedir?
Laiklik, inanç özgürlüğüdür. Devlete gelene kadar bireylerin bir başkasının inancına dair müdahalede bulunması demokrasiyle bağdaşmaz. Laikliğin gereği olarak, devlet içinde bireylerin inanç özgürlüğünü korumak ve kollamak için sistem oluşturulmalıdır. Devlet, bunu sağlayacak altyapıyı oluşturmazsa ve inançları malzeme eden bir bürokrasiyi sunarsa güvencesiz hissederiz. Şu anda çoğunluğun böyle bir güvencesizlik hissetmemesi de vatandaşların ‘bencil’ olmasıyla açıklanabilir maalesef çünkü çoğunluğun inancı iktidarda görünüyor. Böylesine, bireyler ve bencillikler noktasına indirgenebilen bu konuyla ilgili özgürlük tanımımızın içini dolduramadığımızdan mıdır bilinmez, yapısal tanımlar yaparak laikliği anlatmaya çalışmaktan vazgeçmeliyiz.
Ne Yapmalı?
Yerelde, sokakta inanç özgürlüğünü tehdit etme ihtimali olan her küçük belirtiden nem kapıp o belirtileri anında yok etmezsek, laiklikten söz edemeyiz. Mahalledeki imam hatipler, her ne kadar tek bir inanca hizmet eden ‘imam’ yetiştirmek için kuruldularsa da kendi içinde inanç farklılıkları olabileceği ihtimali üzerinden hareketle bu devlet eğitim kurumlarında ‘inanç özgürlüğü’ var mı diye sorgulayarak başlayabiliriz. Bu bilgilerle donanırsak inanç özgürlüğü için zincirler olagelir, bir halka olmaya koşarız; yok olmanın önüne geçmek için...
- - - -