Bin bir emek ve çabayla bu yıl 22. kez gerçekleştirilen İzmir Kısa Film Festivali, içinden geçtiğimiz kabus dolu ekonomik çöküş günlerinde sanatsal düşün adına umut vadeden bir organizasyon oluyor. İzmir’in öteden beri film festivalleriyle yoğun ve istikrarlı bir ilişki kurmadığını da düşünürsek yaklaşık yirmi yıldır üstelik de kısa film gibi görece zor bir alanda seyirciyle buluşmak hiç de yabana atılır iş değil.
Açılış gününden beri festivalde yönetmenlerle film sonrası söyleşilere katılıyor, filmleri de elden geldiğince eksiksiz takip etmeye çalışıyorum. Bugün etkinliğin beşinci günü olacak. Festivalin sembol ödülü olan Altın Kedi için yarışacak ulusal ve uluslararası filmler gösterilecek. Geçen hafta bu filmlere değinmiştim. İçlerinde epey sağlam, gelecek vadeden yönetmenlerin işleri var. Açıkçası tüm yapımları merak ediyorum. Siz de eğer henüz festivale uğramadıysanız en azından bugün ve yarın gösterimleri kaçırmayın derim. Altın Kedi’ye aday Türk filmleri bugün Fransız Kültür Merkezi’nde 15.00 ve 17.00 saatlerinde gösterilecek.
KISA FİLMİN FARKI
Bu festivalle birlikte bir kez daha tanık olduğum bir durum da var: kısa film izleme deneyimi, uzun filme oranla çok daha geniş bir perspektif kazandırıyor insana. Fakat maalesef bizdeki sinema eğilimleri içinde uzun yıllar bu uzunluk bir format olarak kabul edilmedi, ciddiye alınmadı. Kısa film denince akla gelen ilk şey; sinema okuyan ya da film çekmeyi kafasına koymuş öğrencilerin işi öğrenmek için yaptıkları denemelerden ibaretti. Ve tabii bir de kısa film uzun metrajlı filme geçiş için bir araç olarak görüldü uzun yıllar boyunca.
Ana akım sinemamızın içler acısı durumuna karşılık bu yıl izlediğim filmler genel olarak sinema üretimi adına umutlanmamı sağladı. Her şeyden önce kısa filmi başlı başına bir iş ve emek olarak görmeye başlayan kuşaklar yetişmiş, hem teknik hem de içerik açısından şartlar olabildiğince zorlanıyor. Tabii bunda önemli etkenlerden biri dijital imkânların çoğalması. Kısa filmde daima bütçe sorunları sinema heveslilerinin canını sıkan konuların başında gelir ama öte yandan bağımsız ruhla hazırladıkları filmde bütçenin elverdiği oranda hatta onu da zorlayarak daha yaratıcı işlere imza atabiliyorlar.
BAĞIMSIZLARIN ÖNEMİ
Bu arada bir de bağımsız olma durumu var tabii. Özellikle son yirmi yılda iktidar partisinin yönlendirdiği ve yönettiği sinema ortamında, kültürel ya da siyasal anlamda özgün, değerli işler üreten sinemacılar bir elin parmağını geçmiyor. Kuşkusuz büyük projelerin büyük bütçelere bel bağlaması da bu anlamda önemli bir engel. Ama bir yandan suya sabuna dokunmayan, memleket meselelerine bulaşmayan bir ticari sinemanın zirveyi zorladığı bu dönemde kısa filmler ve belgeseller adeta bir nefes alma noktasına dönüşüyor. Bunu İzmir Kısa Film Festivali sürecinde bir kez daha anladım.
Başta da belirttim, kabus dolu günlerden geçiyoruz. Dolar, Euro derken hep birlikte bir tür batışa doğru gidiyoruz. Böyle bir ortamda sanatın çok önemli, dönüştürücü, yol gösteren ve türlü psikolojik sıkıntılar içinde boğulan insanları sağaltabilen bir rolü var. Sanatın bütün dallarında ürün veren kimselerin ama özellikle de bağımsız üretim yapan sinemacıların mevcut durumları analiz eden, duyarlı, incelikli anlatılar kurmaları, toplumun her kesimine ulaşmaları gerek. Aslında hâlâ daha televizyon ve uzun filmler bunun en doğrudan yolu sayılabilir. Fakat söylediğim gibi uzun filmlerde ibre daima toplumun genel değerleriyle uyum içinde vatan, millet, din duygularına seslenen ya da kolaya kaçıp ucuz komedi ve korku filmlerinden medet uman bir anlayışa kayıyor. Geniş kitlelerin sinemanın yaratacağı sorgulamalar yoluyla kendini bulması için belki de erken.
DEĞERLİ ÖRNEKLER
Özellikle festivalin ilk dört günü izlediğim belgeseller, bu konuda daha gerçekçi ve çözümcü tavırlarıyla yaşadığımız coğrafya için neler yapabileceğimizi gösteren çok başarılı çalışmalardı. Bu belgesellerde genelde yaşamın gelip dayandığı bir krize işaret ediliyor. Doğayla kurduğumuz çarpık ilişkiyi, rant düzeninin, şehirleşmenin yarattığı açgözlü toplum yapısını ve çevreyi hiçe sayan eylemlerimizi ortaya koyan çalışmalar, tam da bu zamanda filizlenecek yeni bir bakış açısının önemli meyveleri gibi görünüyor. Fatma Kayacı’nın Bilinmeyen Hikâyesi (Orhan Tekeoğlu), Ovanın Sessiz Tanıkları: Bahçe Evleri (Osman Berber), Deniz Kızını Aramak (Selin Türkü Doğan), Smirna Çukuru (Begüm Aksoy) gibi filmler Türkiye’nin son dönemde bilinçli ve kötücül politikalarla getirildiği hâle ilişkin izlenimler sunan filmlerden bazıları. Cumartesiye kadar da bu bilinçte filmler izleyici karşısına çıkmayı sürdürecek sanıyorum.
Bunun yanında hep söylenegeldiği gibi sinema sektörünün dar yapısı içinde yaratıcı yeni bir yönetmenler kuşağının da geldiğini görüyoruz. Uluslararası kurmaca dalında Kanada, Fransa, Rusya, İran gibi ülkelerden özgün, teknik olarak çok başarılı filmler izlerken artık Türkiye yapımı kısa filmlerin de sinemacı kumaşı olan yönetmenleri muştuladığını söyleyebilirim. Şu ana kadar izlediklerim arasında Dördüncü Duvar filmiyle Mehmet Kaan Karataş’ın, ilginç bir distopya denemesi sunduğu Zarf filmiyle Yiğit Erkol’un, Muhafaza filmiyle Alptekin Bozkurt’un, Derinlik Algısı filmiyle Alperen Albayrak’ın, Av filmiyle Kamil Saldun’un, Güzel Havalar filmiyle Okan Akgün’ün farklı tarzlarda ileride oldukça başarılı çalışmalar üreteceklerini düşünüyorum.
DUYARLI SİNEMANIN GÜCÜ
Belki de bu konuya en çok bu yönden yaklaşmak doğru olur. Sanatın kuşatıcı, iyileştirici gücüne inanan duyarlı, dürüst, adaletli yönetmenlerin ülkenin içinde bulunduğu duruma, yaşanan zulümlere, kötülüklere ses çıkaran, sahici insan öykülerini perdeye taşıyan bir sinema anlayışı kurmaları toplumsal bilinçlenme için de çok önemli bir güç yaratmaz mı? İzmir Kısa Film Festivali’nin bu yılki seçkisinde bu anlamda daha da umutlandığımı söyleyebilirim; gençliğimizden çalınan yıllara, karartılan yaşamımıza rağmen yakın gelecekte ayakları yere daha sağlam basan bir ülke sinemasıyla karşılaşacağımıza inanmaya başladım.
İzmir Kısa Film Festivali’ni hazırlayan ekibe sinemayla yapılan yolculukta her türlü zorluğa rağmen pes etmeden mücadele ettikleri için bir kez de buradan teşekkür etmeliyim. Ayrıca yağmura rağmen salonları dolduran çok da özenli bir seyircisi var İzmir’in. Gösterimler nitelikli biçimde sorunsuz akıp gidiyor, filmler izlendikten sonra da yönetmenlerle harika söyleşiler gerçekleşiyor.
Eğer henüz festivale katılmadıysanız son iki güne mutlaka yetişin derim. Ayrıca festivalde gösterilen kimi filmleri çevrimiçi olarak da izlemeniz mümkün. İzmirkisafilmfestivali.muvi.com adresinden bu filmlere ulaşabilirsiniz.
Son olarak bugün ulusal kurmaca yarışmasının aday filmleri toplu olarak iki seansta (15.00 – 17.00) gösterilecek: Serhat Karaslan’ın Suçlular, Fehmi Öztürk’ün Bir Annenin Sonatı, Sami Morhayim’in Susam, Pınar Göktaş’ın Bayrak, Can Merdan’ın Stiletto, Çağıl Bocut’un Brigitte Bardot, Arda Ekşigil’in Akıntı, Nuri Cihan Özdoğan’ın Aynı Gecenin Laciverdi, Recep Bozgöz’ün Benden Korkmana Gerek Yok, Merve Bozcu’nun Plastik Rüya, Selin Mincioğlu’nun Kök ve Emir Haznevi’nin Yüksek İrtifa ya da Şeylerin Tuhaflığı filmlerini ülkemizde gerçekten bağımsız ruhla iyi filmler yapıldığını görmek için izlemelisiniz.
SAYFANIN TAMAMINA ULAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ