Yıllarca milleti besleyen güzelim tarım arazilerinin etrafını, en ince işçilikle çalışan ustaların ellerinden süslü taş duvarlarla ördürdüler. Üstlerini de keskin dikenli tel çitlerle etraflıca çevirdiler. İçine kocaman malikânelerini yaptılar. Etrafını bin bir renkli çiçekler ve mis kokulu bitkiler ile süslediler. Yüzlerce metrekare havuzlarının çevresini de bir güzel çim ile kapladılar.
Mandarin, zeytin, erik, portakal, armut, şeftali, ayva, nar ve benzeri sayısız meyve bahçelerini dozerlerle talan ettikten sonra şatolarının en mahrem yerlerini kapatacak kırmızı don gibi tekrar bu ağaçları bahçelerini süslemekten de hiç çekinmediler. Tonlarca meyve yetiştirmek için açılan asırlık kuyuları havuzlarını doldurmak ve çimlerini sulamak için kullandılar.
Binlerce dönümlük tarım arazilerini sanayi sitelerine tahsis edip, milyonlarca metreküp yer altı suyunu ve toprağı kirlettiler.
Yıllarca yayla ve mera alanı olarak kullanılan nice araziler betonlaştı. Ve sonuç olarak; benim işinde gücünde olan, elektrik, su, kira, doğalgaz derken kafasını kaldıramayan Ahmet amcam markette soruyor; ‘Şimdi ben bu malum para ile sebze mi alem? Meyve mi alem? Peynir mi? Zeytin mi? Bakliyat mı? Yağ mı? Şeker mi? Ne alem?’ diyor.
Üretim bizim zenginliğimiz. Üretirsek ucuz. Üretemezsek pahalı olur. Üretmek için betonlarınızı üretim yapılacak topraklardan uzak tutmak gerek. Abelyalar, taflanlar, pitoslar, begonviller, melisalar, papatyalar, sarmaşıklar, rengârenk güller ile istediğiniz kadar süsleyin betonları, doyurmaz aç kalan karınları. Bin kere de olsa, milyon kere de olsa artık sıkılmadan ‘çekin o pis ellerinizi topraklarımızdan’ diye yazacağım.
Ahmet amcama da kızmıyor değilim hani vakti zamanında gözünün önünde yok olurken bu zenginlikler ‘durun’ diyeydi azıcık. ‘Durun bakalım burası tarım arazisi değil mi?’ diyeydi. ‘Burayı gözünüz gibi kollamanız gerekirken nasıl izin verirsiniz bu dozerlere?’ diyeydi. Bu kadar kolay olmazdı o yasalarla korunan arazileri dozerlerle çiğnemek.
Böyle de yazınca aklıma Nazım Hikmet’in şiiri geliyor;
Akrep gibisin kardeşim,
Korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
Serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
Midye gibi kapalı ve rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun kardeşim.
Bir değil, beş değil milyonlarsın maalesef.
Gocuklu celep kaldırınca sopasını sürüye katılıverirsin hemen
Ve adeta mağrur koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
Hani şu derya içre olup deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf
Ve bu dünyada bu zulüm senin sayende
Ve açsak, yorgunsak
Al kanlar içindeysek eğer
Ve hala şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
Kabahat senin,
Demeğe dilim varmıyor ama
Kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!
Saygı ve sevgilerimle.