10 Ocak Tarım Etkinlikleri kapsamında İzmir Ziraat Mühendisleri Odası’nın hazırladığı Tarıma Dayalı Organize Sanayi Bölgelerinin Tarıma Olası Etkileri ile alakalı panel, Bornova Belediyesi Uğur Mumcu Çok Amaçlı Salonu’nda düzenlendi. ZMO İzmir Şube Başkanı Dr. Hakan Çakıcı konunun şu sıralar çok popüler olduğunu belirtti ve bununla ilgili en doğru bilgileri de katılımcıların sağlayacağını kaydederek, açılış konuşmasını Prof. Dr. Kamil Okyay Sındır’a verdi.
Sındır; Tarımda katma değer artışına ihtiyacımız olduğunu, üretimin hasat sonrası işlenerek daha yüksek katma değer yaratarak özellikle küçük üreticilerin yaratılan bu katma değer artışından faydalandırılması gerektiğini, ifade ederek konuşmasına şöyle devam etti; “Lakin, kamu yararı adı altında bir Bakanın kafasının içindeki tanımlama ile tarım alanları maalesef yok ediliyor, mera alanları alanları yok ediliyor. Bir moda haline gelen bu uygulamaya da diken üzerinde bakan birisiyim, neresinden ne çıkar diye bakan birisiyim. Trakya’nın iki katı büyüklüğünde 33 milyon ha alan tarım arazisi işlenmiyor ve tarımda net ithalatçı bir ülkeyiz. Bir takım hesaplamalar ile gıda istatistiklerini de tarımsal verilerin içine dahil ederek kendimizi kandırabiliriz lakin maalesef tarımda net ithalatçı bir ülke olduğumuz gerçeğini değiştirmiyor. Bu tür projelerin gözetmesi gereken en önemli nokta küçük üreticilerdir. Küçük üreticileri korumalıyız”
İYİ NİYETLİ ÇALIŞMALARDI
Bir diğer katılımcı Prof. Dr. Yusuf Kurucu ise; Tarım eğitiminin politika mı yoksa strateji mi olması gerektiğini sorgulamak gerekiyor. Kesintisiz gıda üretimini nasıl devam ettirebiliriz sorusunun cevabının politika değil bir strateji olması gerekir. İşin başında hangi hükümet olursa olsun biz Ziraat Mühendisleri olarak ve Oda olarak mühendislik gerektiren görüşleri dile getirdiğimiz için strateji belirlememiz ve ifadelerimizin de böyle algılanması gerekir. Tarımsal Organize Sanayi Bölgelerinin ilk çıkışı Trakya bölgesindeki tarım arazilerinin sanayi baskısı altına girmesini engellemek ve dolayısı ile tarımsal üretimin zarara uğramasının önüne geçmekti. 2005 yılına dayanan bu proje için birçok disiplinden oluşan bir kurul oluşturuldu ben de onlardan biriydim. Trakya bölgesinde 11 tane tarımsal organize sanayi bölgesi belirlendi ve iyi niyetli çalışmalardı.
Neden çıktı?
Pek çok açıdan iyi yanları var. Ülkemizin içinde bulunduğu mevcut durumda hayvancılığın geliştirilmesi gerekir. Çocuklarımız için bu gıdaların üretiminin devamı elzem olduğu için bunun el yordamıyla değil de çevreyi gözeterek tarım- tarım çatışmasına sokulmadan yürütülmesi ve insanımıza fayda sağlaması gerekir. Atıl arazilerin en büyük sebebi de genç nüfusun tarımdan kopmasıdır. Şayet tarımı belirlediğimiz stratejiler ile daha sürdürülebilir ve saygınlığı yüksek bir uğraş haline getirebilirsek genç nüfusu buralarda istihdam etmesini ve atıl arazilerinde değerlenmesini sağlamış oluruz.
SUDA KOTA OLACAK
Mevcut şartlar altında yapılan hayvansal üretimin yer altı ve yer üstü sularında nitrat kirliliğine yol açtığını belirten Prof Dr. Yusuf Kurucu; “Yer altı ve yer üstü sularındaki nitrat miktarının 50ml/litre üzerinde olmaması gerektiğini, bunu da kontrol altında tutmamız gerektiğini belirterek küçük Menderes, Büyük Menderes, Bakırçay Havzası Ve Menemen Ovalarında küçük üreticiler tarafından yapılan hayvansal üretimi slaytlar ile göstererek meydana gelen kirliliği göz önüne serdi.
Hayvanlarımızın böyle sağlıksız ortamda, dağınık modeller ile büyütülüp çevreyi kirletmesi sürdürülebilir değil. Bunun için gübre çok değerli, gübrelerin kontrolü ve organik madde bakımından fakir olan topraklarımızda tekrar değerlendirilip organik madde miktarını arttırarak nitrat sızıntısının da önüne geçmeliyiz. Geçirimli topraklar ve eğimli araziler üzerindeki tarımsal işletmeler nitrat kirliliğine neden oluyor. İşletmelerin büyük bir çoğunluğunda atık çukurları yok. Küçük aile işletmelerinin bu çukurları yapabilecek ekonomik güçleri zaten yok ve tüm Türkiye’de bu işletmelerin dağınık yapısı ve kontrol edilememesi sularımızın nitrat kirliliğine yol açıyor. Yapılan bir TÜBİTAK araştırmasında Gediz Havzası ve Menemen Ovasındaki yer altı sularının aşırı kirli olduğu görülmüştür. 2040 ve 2050 yıllarında bizi çok büyük bir kaos bekliyor. Suyun paydaşı sadece tarım değil. Bunun bilinmesi gerekiyor. Evsel ve sanayi kullanımı da suyun kullanımı açısından birer paydaş ve yakın gelecekte tarımsal üretimde şu an yaptığımız keyfi kullanım şeklini kotalar alacak ve önlem almazsak ciddi sonuçlar ile karşı karşıya kalacağız. Kirlilik sadece bulunduğunuz yeri değil bir çok parametreyi etkiliyor. Örneğin Bakırçay Havzasındaki bir kirlilik Selçuk kıyılarında sulak arazileri ve oradaki canlıları da etkiliyor.
Tarımsal Organize Sanayi Bölgeleri açısından değerlendirecek olursak şu haliyle iyidir diyemem ama bir şekilde mevcut şartları geliştirip küçük ve orta ölçekli üreticilerinde üretime dahil olabilmesi ile sorunlar düzeltilebilir. Dağınık ve kirlilik yaratan üretim modelinden, daha modern ve çevre ile uyumlu sürdürülebilir bir tarımsal üretim modeli mümkün kılınmalıdır” diyerek çok önemli bilgileri bizlere aktardı.
BU HALİYLE DİNAMİT
Bir diğer panelist önceki dönem Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı Dr. Tevfik Türk; “Aktif çalışan 8 adet TDİ OSB var. 1 tanesi de planlama aşamasında, 23 tanesi kuruluşu tamamlanmış ve planlama altyapı çalışmasındalar.
Valiliklerin önderliğinde, sanayi ve ticaret odaları ve belediyeler de bu yapının içinde var lakin kooperatifler yok, ziraat mühendisleri odası yok, üretici birlikleri ve üreticiler yok. Yararlı mı? Zararlı mı? Sorusunun cevabı da belirlenen politikalar ile şekilleniyor aslında; Neoliberal politikalar…
Bu projelerin işleyişini 1562 sayılı organize sanayi bölgesi yasasının içine sokarsanız, endüstriyel tarımın örgütsel biçimi olarak geleneksel tarımı yok eder, kötü sözleşmeli tarım modelleri ile yoksul çiftçi gerçeğinin hiç bitmemesini sağlarsınız. Bu haliyle Tarıma Dayalı Organize Sanayi Bölgelerini Türk tarımına döşenen bir dinamit olarak görüyorum. Daha iyi anlaşılması için bir örnek vermesi gerekirse; bakkalın yanına süpermarket açmak gibi bir olayın aynısıdır.
KÖYLÜ MÜCALEYE KATILDI
EGEÇEP Bergama Çevre Platformu Sözcüsü Erol Engel; “Kuzey Ege’de 2 tane tarıma dayalı organize sanayi bölgesi var, biz ikisine de müdahil olduk. EGEÇEP olarak Dikili halkı ile toplantılar gerçekleştirdik. Halkı bilgilendirmeye çalıştık. Projenin bulunduğu yerin 7-8 km uzağından 3 adet jeotermal kuyu açmak için başvuruda bulunuldu, kuyunuın açılması düşünülen alanın zeytinlik olmasına rağmen, düşünün bu alandaki zeytinliklerin tamamı yok edilecek. Aydındaki jeotermal tesislerinin reenjeksiyon kuyularının yeterli derinlikte olmaması sebebiyle oluşan zararlardan dolayı yer altı sularının kirlendiğini ve akış rejimlerinin değiştiğini çok iyi biliyoruz. Çevreye verilen zararı çok iyi biliyoruz ve bunları halkımıza anlatmaya çalıştık. Zorluklar ile karşılaştık lakin sonradan bize şüpheyle yaklaşan köylüler bile bizimle birlikte mücadele etmeye başladı. Bölgede kullanılması düşünülen jeotermal kuyularının gücü proje için yetersiz kalmasına rağmen ısrar ediliyor. Bin 200 metre derinliğe, yetmezse daha derine kuyu açmak isteniyor ama bu bütün Bakırçay’ın yer altı sularının akış rejimini etkileyecek bir husus olduğu için kurulması istenen tarıma dayalı organize sanayi bölgesinin çevreye etkisi çok kötü sonuçlar ile karşı karşıya bırakacağı için karşı çıkıyor ve müdahil oluyoruz.
BUNLAR ZARURİ
Dinleyiciler arasında yer alan Dikili Tarıma Dayalı Organize Sanayi Bölgesi Başkanı Ali Osman Öğmen de söz alarak, bir ziraat mühendisi olarak çevreye zararlı bir yapının içinde asla olmayacağını ve gereken tüm arıtma tesislerinin varlığını, son derece modern bir yapı içinde bu üretim modelini hayata geçirmek istediklerini, uzun zamandır tartışılan bu konu hakkında tüm dünyanın da içinde bulunduğu hastalık ve kriz ortamından dolayı çok müdahil olamadıklarını ve iletişim eksikliği yaşadıklarını ifade etti. Öğmen, “Bu projede 2017 yılında yayınlanan yönetmelik ne ise biz harfiyen yerine getiriyoruz. Geleneksel tarım modelinde yapılan yanlış uygulamalar ve bilinçsiz üretim yöntemleri ile çevre ve insan hayatı tehlikeye atılmıştır ve bunun kontrolünün bir hayli zor olduğu bir yerde bizim gibi Tarıma Dayalı Organize Sanayi Bölgelerinde kontrolünün daha kolay ve yönetilebilir olacağı çok açıktır. Tarımın sürdürülebilirliği açısından ARGE çalışmalarını, ürünlerin katma değerini yükselterek markalaştırarak kaliteli bir şekilde ekonomiye kazandıracaklarını, modern üretim yöntemleri ile verim ve kalitenin geliştirilmesi açısından yapılan çalışmalara da üretici kooperatiflerini dahil ederek ülke tarımının gelişmesine olanak sağlayacağız. Yapacağımız sözleşmeli tarım modelleri ile üreticilerimizin ürettiği ürünleri bu tesislerde işleyip katma değeri yükseltilecektir” sözleri ile belirtilen jeotermal kuyusunun reenjeksiyon kuyusunun da 1000 metre derinlikteki bir kaynağa tekrar aktarılacağını, zaten kaynağın verimini koruyabilmek ve ekonomik olmasını sağlayabilmek içinde bunun yapılmasının zaruri olduğunu ifade etti.
Çok değerli hocalarımın ve büyüklerimin görüşleri ışığında, Tarımsal İhtisas Organize Sanayi Bölgelerinin Türk tarımına olası etkilerini değerlendirdikleri çok aydınlatıcı bu paneli bizlere hazırlayan Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Yönetimine teşekkürü borç biliyorum.
Konu yakın gelecekte hepimizi çok yakından ilgilendireceği için üzerine birçok açıdan titremesi gereken bir husus, sistem dışına itilen, sürekli zarar ettirilen, emeğinin karşılığını alamadığı için elini ayağını üretimden çeken küçük ölçekli üreticilerin yarattığı boşluğu onları tekrar sisteme entegre ederek sağlamalıyız. Yoksa bu gibi tekelleşmeye müsait yapılar için de milletin vay haline...