Dünyayı himayesi altına alan Koronavirüs (COVİD-19) salgınıyla birlikte, insan soyu zorunlu bir izolasyon sürecine girdi. Beklenmedik olanın yarattığı bu kaotik havada, doğru bilgiye doğru kaynaktan ulaşmanın önemine bir kez daha tanıklık ediyoruz. Sürecin öznesi konumunda bulunan sağlıkçılar, düzenin sekteye uğramaması için çalışmaya zorlanan işçiler/ emekçiler dışında bir meslek grubu daha tarihin bu sayfasında yer almayı ve teşekkürle anımsanmayı hak ediyor: Basın emekçileri.
Havuz medyasının, halk sağlığı üzerinde Koronavirüs’ten çok daha fazla ölümcül sonuçlar yaratmaya gebe pespaye içerikleri ve bilimden uzak programlarına karşın “halkın doğru bilgiye ulaşma ve haber alma hakkı”nı gözeten basın emekçilerinden biri, serbest gazeteci Ceren Karlıdağ ile bir röportaj gerçekleştirdik ve salgın sürecinde sahada gazeteci olmak üzerine söyleştik.
Koronavirüs salgınının saha içerisindeki ilerleyişini nasıl gözlemlediniz?
Koronavirüs salgını ilk kez Çin’de ortaya çıktığı zaman sonucun buralara geleceğini tahmin etmemiştim. Genellikle Dünya Sağlık Örgütü’nün açıklamalarını takip ediyorduk; o dönem Çin’deki haber kaynaklarına ulaşmaya çalışıyor veya Türkiye’de yaşayan Çinliler ile diyalog kurmaya çalışıyorduk. Yayılış hızını gösteren canlı haberitayı takip etmeye başladıkça süreci daha derinden hissetmeye başladığımı söyleyebilirim.
Salgın resmi kaynaklarca doğrulandıktan sonra ne gibi önlemler aldınız?
Türkiye’de salgın resmî kaynaklar tarafından doğrulanmadan kısa süre evvel temizlik rutinini arttırarak kendimce dikkat etmeye çalışıyordum. Açıklandıktan sonra hem sağlığım adına hem de ekonomim adına bir kaygı oluştu. Çünkü mesleğim saha ile doğrudan teması gerektiriyor. Soğukkanlı olunca ve gazeteciler olarak her koşulda yapabileceklerimizi düşününce bu kaygı biraz dağıldı ama ilk yaptığımız şey, henüz salgın yayılmadan dışarıda yapabileceğimiz son haberleri tamamlamak oldu.
Salgınla birlikte toplumda oluşan korku ve paranoya dalgası saha içerisinde sizi nasıl etkiledi?
Ben karar seviyede korkunun bizi önlem almaya iteceğini düşünüyorum. Açıkçası pek bir paranoya dalgası gördüğümü de söyleyemem. Daha çok rahatlık veya kadercilik hakim. Bunlar paranoya ve korkudan daha zararlı şu günlerde.
Bu süreçte basın emekçisi olarak yaşadığınız zorluklar nelerdir?
İlkin, çok mecbur kalmadıkça dışarıya çıkamıyoruz. Evden video konferans programları üzerinden kaynaklarımızla bir araya geliyoruz veya daha masa başı işler yapıyoruz. Türkiye’de basın özgürlüğünün mevcut durumu birçok gazeteciyi yalnızca resmî kaynak açıklamasını haberleştirmeye itiyor. Örneğin Kocaeli’de bir yerel gazetenin yayın yönetmeni Koronavirüs haberleri dolayısıyla gözaltına alınıp serbest bırakıldı. Bu süreçte yerel gazetelere olan ihtiyacı düşündüğümüzde az önce bahsettiğim gözaltı meselesi tam bir gözdağı verme amacı güdüyor.
Ben hak odaklı ve alternatif gazetecilik yapıyorum. Çin’de süreç başladığında Türkiye’de konuşmak istediğiniz pek çok uzman doktor bu fikre yanaşmadı. Türkiye’deki korku iklimi, haber kaynaklarının özgürce kendisini ifade etmesine engel. Bu da haberin çeşitliliğini ve yapılan haberlerin resmî kaynak bilgilendirmeleriyle sınırlı kalmasına sebep oluyor.
Kendi sağlığımı korumak zorunda da olduğumdan sokakta organik ilişkileri gözlemlemek gibi bir imkan ortadan kalktı. Sürekli evde olmak ve evden çalışmak uzun vadede ruh sağlığımızı nasıl etkileyecek bilmiyorum ama yaratıcılığı üst seviyede tutup tek bir gündemden farklı farklı içerikler çıkartmaya çalışıyoruz. Mesleğe ömrünü vermiş olan gazeteciler bile daha önce böyle bir süreçle karşılaşmadığı için deneyim aktarımı gerçekleştiremiyor fakat alternatif haber üreten bir çok gazeteci, elindeki imkan ve imkansızlıklarla en iyisini yapmaya çalışıyor. Örneğin biz, after sürecine daha fazla yoğunlaşarak haberleri görsel açıdan beslemeye çalışıyoruz.
İşin özü; savaş alanında bile çalışmak zorunda olan bir meslek grubu şu an evden çalışmak zorunda kaldı. Ahvalimiz budur.