Günlerdir evde olmanın rahatı mı yoksa bir işe yaramadığım düşüncesinin huzursuzluğu mu bilemiyorum. Zaten genelde de insanları hal, hatır sormak için arayabilen bir yapım yok. Ancak bu süreç insanı yine insana o kadar yabancılaştırıyor ki; anlatamam. Öte yandan her gün aynı ve sıkıcı. Değişiklik yaptığımız günler neredeyse yok denecek kadar az. Bir de bunun üstüne ülke gündeminin çok sık değişiyor olması ve kaygan bir zeminde yaşadığımız siyasi zemin de var. Anadolu insanının o kendine has vicdanı, merhameti gitmiş, yerine içi boş ve hiçbir insani değere önem vermeyen ve önemsemeyen bir kitle gelmiş. Zaman insana şaşıracağı şeyleri yaşatmakta cömert davranıyor, evet.
Yitirdiğimiz İbrahim Gökçek’in cenazesine bile yapılanlar, hikâyelerini dinlerken gözlerimin yaşardığı insanların davranışlarından değil. Oysa biz bu toprakların estetik kovalayıcıları, içli bir bozlak dinleyince gözleri dolanlarız. Tulumun sesi ile içi kıpır kıpır olan, Ata Barı ile tempo tutan, düğünlerinde 9/8’lik göbek atanlarız. Hangi ara bizi böyle birbirimize kör ettiler anlayabilmiş değilim.
Öte yandan dünya genelinde neredeyse 5 milyon insanı direkt etkilemiş, 300 bin kişinin ölmesine neden olmuş hastalık, sanki her şey yaşanmış ve bitmiş gibi bir tavırla yürütülüyor ülkemde. İnsan canının, bazılarının dijital banka hesaplarındaki 0’lar kadar değeri olmadığını görmek sıkı sıkıya bağlı olduğum Anadolu kültürünü sorgulatıyor bana. Ne dinimizin değeri kaldı, ne de canımızın. Öyle bir an gelse de, şu garabet düşten uyansak ne güzel olur.
Toplumun bu hale gelmesi şüphesiz ki, başlı başına ülkenin son 20 yılını kuşatmış bu zihniyetin suçu değil. Neredeyse 50-60 yıldır bilinçli ve programlı bir şekilde bu toprakların mayasıyla oynanıyor, gelinlik kızlarımızın kına kokuları çalınıyor. Doğmuş ve dahi doğacak çocuklarımızın güllerini koparıyorlar. Köklerinde insan olan bir halkın, birbirine bu kadar düşman bir topluluk haline gelmesinin başka bir açıklamasını bulamıyorum kafamda.
Fakat her şeye rağmen, bir o kadar da mücadeleci ve yokluktan fırsatlar çıkarmasını bilen bu halkın kendine bir çeki düzen vereceği kanısındayım. Hayır! Ümidimi hiçbir zaman kaybetmedim ve kaybetmeyeceğim! Çünkü en çokta bize yakışır Anadolu’nun yalazını parlak tutmak. Çünkü en çok bizim işimiz, uzun etekleriyle tarlada, evde, her yerde yaşamı var eden analarımızın yüzünü güldürmek. Ve karanlıkları aydınlığa çevirmek için hep beraber mücadele etmemiz şart. Ne diyor Brecht usta; “Kurtuluş Yok Tek Başına, Ya Hep Beraber, Ya Hiç Birimiz.”