Geçtiğimiz hafta büyüleyici bir atmosferin içinde buldum kendimi. İzmir Musevi Cemaati Vakfının katkılarıyla Kemeraltı Havra Sokağındaki Etz Hayım Sinagogu'nda gerçekleşen “Kültürel Zenginliğe Saygı Projesi” kapsamında, Nermin Dans Tiyatrosu'nun birbirinden güzel eşsiz performanslarını izledim. Sadece pandemi sürecinde değil, genel olarak kültürel zenginliğimizden ne kadar uzaklaştığımızı fark ettim.
Flamenko, halk dansları ve çağdaş balenin bir yelpaze misali ruhumuzu ferahlattığı gösteride, çok kültürlü olmanın güzelliği ve bunun gözler önüne sergilenmesi gerektiği bir kez daha kendini gösterdi.
Toplumsal hafızamızın ne kadar zayıf olduğu yaygın bilinen bir gerçek. Ancak ben bu hafıza zayıflığına vurgu yapmayacağım. Bu zayıflığın bizi biz yapan değerleri de unutturmaya başlattığının altını çizeceğim.
Geçim kaygısı, siyasi arena, gündelik olaylar, balon gibi şişip sönen gündem haberleri derken; Türkiye’yi dolu dolu ana yapan, iç içe geçmiş bağlarımızı unutuyoruz ve bu unutma halinin bizi ne kadar duygusuz yaptığının farkında bile değiliz.
Siz hiç dansın taşıdığı duyguyu bedenle harmanlanıp yüz hatlarından nasıl döküldüğünü izlediniz mi? Ben o akşam bunu gördüm.
Gözlerde, mimiklerde ve yüzün her ifadesinde sergilenen dansın tutkusunu, hüznünü ve mutluluğunu semahın dönüşünde, balenin liriğinde, Ankara folklorunda, kollar açık şaklatılan parmaklarla eş zamanlı parlayan gözlerde gördüm.
Hiç şüphesiz ki bu duyguları yaşatan sadece dansın kendisi değildi. Restorasyonu henüz biten Etz Hayım Sinagogu’nun akustiği ve mimari dokusunun da payı büyüktü.
Tavan kaplamaları ve ara duvarları ahşap, zemin mermer ve yığma taş derken sinagogun merkezinde konumlanan tevya (dua edilen kürsü), tavanı dokuz dikdörtgen parçaya ayıran ve çatının yükünü çeken dört sütun da o akşam şahitlik etti Anadolu’nun iç içe geçmiş kültürel zenginliğinin dinsel zenginliğimizle buluşmasına.
Gösterinin broşüründe şöyle bir cümle geçiyordu, “Endülüs’ten Anadolu’ya Kendini Arayanların Hikâyesi…”
Ben de diyorum ki dünden bugüne kendimizi arayalım, arayalım ki her arayışta böylesi muhteşem hikâyeler çıkartabildiğimizi unutmayalım. Bu coğrafyada farklı din ve ibadethaneler de bizim kültürümüz.
Biz 'mozaiğin parçalarıyız' demekle yetinmeyelim ve bu parçaların her birini işleyip parlattıkça mozaik olabildiğimizi unutmayalım. İşte büyülendiğim kısım bir dans gösterisi izlemekten ziyade tam olarak buydu. Bizden bir parça olan sinagogda bizim parçamız olan danslarımız işlenip parlatılmıştı.
Bu gösterinin sonunda bende kalan cümleler şunlar oldu:
“Nereye dönsem sihirdi, gözlerime değil ruhuma değdi.”