1993… Ben o yıllar Diyarbakır’da çocuk yaşlardayım. 90’lı yıllarda o bölgede yaşayıp çocuk olamayan tüm çocuklar kadar çocuk.
Çocuk gözlerin görmemesi gereken birçok olayı gören, yetişkinler kadar neden-sonuç ilişkisi kuramasak bile gözlerden beyne başka bir çeşit birikimin aktığı yetişkin çocuklardık.
Hayal meyal hatırlıyorum akşam saatleri televizyondaki o yangın görüntülerini. Alevlere bakıp ne olduğunu anlamaya çalışırken, kulağıma gelen ‘’Müslüman Türkiye’’ seslerini.
Sanki içi insanlarla dolu bir otel değildi yanan. Bir halı saha maçı gibi ıslık sesleri ve belli belirsiz sloganların kulaklarıma doluştuğunu hatırlıyorum.
Oysaki birçok şeye alışkındım. Hava kararmadan boşalan sokaklara caddelere, kapanan kepenklere, tüm aile fertlerinin eve sağ salim dönmesi için o yaşlarda ettiğim dualara, şehrin merkezinde yaşıyor olmama rağmen sokakta oynarken silah sesi duyunca eve girmem gerektiğine, hava karardıktan sonra duyulan silah sesinin bir kişinin faili meçhul kurşunu olduğunu bilmeye alışkındım. Hatta köyleri yakıldığı için her gün sınıfımıza yeni bir arkadaşın katılmasına da alışkındım.
Bazı kavramları o yaşlarda bilirdim. Derin Devlet-JİTEM-Kontrgerilla-Hizbullah vs.. Bugün o yılları düşündüğümde bir çocuğun bilmemesi gereken bu kelimeleri bilmek normalmiş gibi bilirdim.
Ama o televizyonda gördüğüm görüntüler bildiklerime yeni bir şey eklemişti.
2 Temmuz 1993…
Kocaman bir alevin önünde kutlama yapar gibi yığılmış bir sürü insan kafası, elleri, kolları, sesleri…
O ateşin içinde yanarak ya da dumandan zehirlenerek hayatını kaybeden, 33 aydın 2 otel görevlisi 35 kişinin olduğunu sonraki günlerde öğrenecektim.
Tamamının adını büyüdükçe aklıma mıh gibi kazıdım kazımasına da o gün o çocuk aklımda kalan isim Aziz Nesin idi. Belki öncesinden de biliyordum hatırlamıyorum ama o günden sonra o güne dair en çok onun adını duyduğuma eminim.
12-66 yaş aralığındaki şair, yazar, sanatçı, düşünür Pir Sultan Abdal şenliklerine katılmak için Sivas’a gitmiş ve kaldıkları otelin yakılması sonucu hayatını kaybetmiş bu ülkenin değerleri.
Otelin önünde 15 bin kişi varmış. Otelin önündeki araçları ve bir heykeli sürükleyerek yakan ‘insan’lar varmış. Kalabalığın oteli yakmak için tırmanan saldırgana ‘lan yakın – cehennem ateşi işte’’ gibi bağırışların olduğunu ilerleyen yıllarda izlediğim görüntülerden duydum.
Tabi yine büyüdükçe öğrendim bu ülkenin zaten katliamlar ülkesi olduğunu. Maraş, Çorum, Dersim, Suruç, Ankara, Lice, Sivas, Diyarbakır…
Büyüdükçe daha fazlasını öğrendim öğrenmesine ama o çocuk yaşlarda bu kadar çok şeyi bilmek ne acı.
Temmuz 1993 yılından tam bir yıl sonra İzmir’e yerleştik. Ben hala çocuktum. İzmir’de yaşayan çocuklarda hala çocuktu. Hava karardığında sadece anneleri yemeğe çağırıyorsa eve girmek zorunda kalan çocuklardı. Caddeler sokaklar hep doluydu. Gözlerim artık benim normalim dışında normal bir yaşama şahitlik ediyordu.
Burası Türkiye idi. İzmir, Sivas, Maraş, Dersim, Ankara, Çorum, Suruç… Ben hepsinde çocuktum ama yetişkin bir çocuk.
O günden sonra katliamların yaşandığı tüm yerler için;
‘’Sivas yanar ben üşürdüm
içim üşür, düşlerim buz keserdi’’