MEHMET KUZU / İZ DERGİ

Sevgili Osman Çağrı Şahin Hocam, söyleşi teklifimizi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. İz Dergi olarak özellikle eğitim alanında alternatif uygulamaların yaygınlaşmasını önemsiyoruz. Eğitimde yeni yaklaşımların ve yöntemlerin geliştirilmesi konusundaki başarılı çalışmalarınızı takdirle izlemekteyiz. Sizin ve ekibinizin İzmir yerelinde öncüsü olduğu çalışmaları daha yakından öğrenmek istedik.

İlk olarak öncüsü olduğunuz sosyal girişimle başlamak isterim, ‘Bir Sınıf Değişir' hareketi nasıl başladı?

Bir Sınıf Değişir eğitim sisteminin mağduru olan iki öğretmenin, aynı zamanda iki dostun sohbetlerinin derinleşmesiyle başladığını söylemek mümkün. Türkiye’de ve Dünya’da eğitim adına koparılan onlarca fırtına varken, büyük büyük eğitim reformu hamleleri, janjanlı okulların söylemleri arasında, “Biz büyük işlerin insanı değiliz, bir sınıfı değiştirelim yeter” diyen iki öğretmenin bir internet sitesi kurmasıyla geniş bir kesime açık hale geldi.

Kendinizi eğitim sisteminin mağduru olarak mı tanımlıyorsunuz?

Evet, aynen öyle… Benim hiçbir zaman parlak bir eğitim geçmişim olmadı. İlkokuldayken İç Anadolu’nun küçük bir ilinden Ankara’ya taşındık. Kırşehir’den Ankara’nın en iyi devlet okulluna taşıdığım şivem öğretmenim tarafından alay konusu edilmişti. Sonrasında da hiçbir zaman karnemden bizim oraların deyişiyle “toklu” (zayıf) eksik olmadı. Davranış bozukluklarım ve aşırı hareketli oluşum yüzünden çoğu zaman okulun istenmeyen öğrencisiydim. Lise diploma notuna göre okulun son sıralarında yer alıyordum. Üniversite hayalim de yoktu. Sonradan işi inada bindirip biraz çalışınca Eğitim Fakültesini kazandım. Eğitim Fakültesine girdikten sonra aldığım eğitimi görüp memleketin öğretmen yetiştirme politikasının sakatlığını görünce, kesinlikle başka bir şey yapmak gerektiğini düşündüm. Birkaç tane kıymet verdiğim hocam farkında olmadan beni başka bir yola itti. Eğitim adına farklı bir şeyler yapma merakım ve isteğim beni alternatif eğitimle tanıştırdı.      

Eğitimin alternatif hali mümkün mü?

Elbette mümkün. Aslında yaşamda her şeyin alternatifi mümkündür. Bunun aksini iddia etmek döngüye karşı çıkmak olur.  Eğitimin yüzyıllar öncesine dayanan bir geçmişi var. Antik Yunan’a kadar uzanıyor. Zorunlu eğitimin ortaya çıkışıyla birlikte alternatifinin tarihinin de gün yüzüne çıktığını söyleyebiliriz. Dünya’da adı sık duyulan modeller var. Waldorf, Montessori, Reggio  Emilia gibi… Hatta uzun bir süredir “Okulsuz Toplum” hayali daha çok rağbet görmeye başladı. İnsanlar bir arayış içerisinde.

Ben ve arkadaşlarım yukarıda adı geçen alternatif eğitim modellerinin çok özel, çok kıymetli deneyimler olmasına rağmen bizim geçmişimize, kültürel dokumuza yüzde yüz uyum sağlayamayacağını düşünüyoruz. Bütün deneyimlerden faydalanarak bu topraklara özgü bambaşka bir öykü yazabiliriz.   

Bu ülkenin acil olarak geleceği öngören, bugünü iyi analiz eden bir eğitim tahayyülüne ihtiyacı var. Siyasal hesaplara malzeme edilmeyen,  geniş kesimlerin üzerinde mutabık kaldığı, iktidar değişimlerinden etkilenmeyen ulusal bir eğitim programından bahsediyorum. Zor bir konudan bahsettiğimin farkındayım ama değiştirmeye çalıştığımız şey de tam bu bakış açısı. Bugün üzerinde ortaklaşmamız gereken tek gerçeğin çocuklarımızın geleceği olduğunu düşünüyorum. Bu arada zaman hızla akıp gidiyor. Eğitim fakültesinde birinci senemi tamamlarken “başka bir şey yapmak lazım” dediğimi dün gibi hatırlıyorum ve çok hızlı geçti zaman. Yıllardır çeşitli sebeplerle eğitime dair hayallerimiz gerçekleşmiyor diye durup bekleme lüksümüz yok. Başta dediğim gibi bir yerden başlamak lazım. Bugün bir sınıfta ortalama 30 öğrenci var.  Bir sınıfı değiştirmek aslında çok önemli ve öğretici bir deneyim. Yakinen biliyorum ki sınıfında ders anlatırken rahatsız olan,  okulunda verimli olmak için çabalayan birçok meslektaşım var.  Bizim yaptığımız iş bir hayalin peşinden gidenleri bir araya getirmek ve karşılıklı bir öğrenme süreci yaratmak.

Belediyeler, yerel yönetimlerin halkla doğrudan temas eden, hizmet üreten noktasında. Bu bağlamda Belediyelerin eğitime katkısı alternatif eğitim yöntemleriyle mümkün olabilir mi? Somut olarak Belediyelerin izlemesi gereken adımlar nelerdir?

Senin de dediğin gibi yerel yönetimlerin halkla doğrudan temas kurabilmesi, halkın nabzını iyi tutması eğitim adına ihtiyaçları belirlemek için çok büyük avantaj. Zaten Milli Eğitim Bakanlığı’nın bana göre en büyük sorunlarından birisi aşırı merkeziyetçi olması ve yerellerin ihtiyaçlarını çok iyi belirleyememesi.  Ankara’da dikilen gömlek her bölgeye giydirilmeye çalışılıyor ve çoğu zaman sonuç hüsran oluyor. Önümüzdeki yıllarda belediyelerin ulusal eğitim politikasında daha belirleyici olması lazım. Eğitimde yerelleşmenin önünü açmalıyız. Bu noktada çeşitli tartışmalar var. Gerekirse başka bir zaman bunu da konuşuruz.

Bir süredir Türkiye’deki belediyelerin yürüttüğü eğitim hizmetlerini yakından takip eden bir ekibin parçası olarak gördüğüm bir gerçek var ki o da şu,  çoğu belediye sorunlu gördüğümüz okul hayatını taklit ederek vatandaşa hizmet götürmeye çalışıyor. Üzülerek söylemeliyim ki bu biraz kolaycılık. Üzüldüğüm bir başka konu ise ülkemizi merkezi ve sıralama sistemine dayanan sınavlardan tam olarak kurtaramamış olmamız. Bu konuya şunun için değiniyorum. Vatandaşlardan belediyelere sınav odaklı kurslar açılması yönünde ciddi bir talep geliyor ve belediyeler de bu ihtiyacı karşılamak zorunda kalıyor. Aslında senin sorunun cevabı da burada yatıyor. Belediyeler eğitimde gerçek bir değişim yaratmak istiyorlarsa alternatif modelleri destekleyerek işe koyulabilirler.  Başka bir eğitimin mümkün olduğunu herkese yaşatarak gösterebilirler.

Geçtiğimiz yıl yaz aylarında ve bu yıl yine Temmuz ve Ağustos aylarında Konak Belediyesi'ne ait beş ayrı merkezde yaz okulları başlattınız. Bu çalışmaların çıkış noktası nedir? Diğer yaz okulu programlarına göre uygulamalarınızın farklı olduğunu düşündüğünüz yönleri nelerdir?

Bu çalışmaların çıkış noktası eğitime sorgulayıcı bir bakış açısıyla bakmamız. Uzun yıllardır çalışıyoruz. Psikologlar, Sosyal Hizmet Uzmanları, danışmanlar ve eğitimcilerden oluşan bir kadromuz var. Eğitim içeriklerini kendimiz oluşturuyoruz. Bizimle çalışabilecek öğretmenlerle buluşuyor, program ve içerikler üzerine yeniden tartışıyoruz. Eğitimci kadromuzun bize öğrettiği çok şey var. Birbirimizden besleniyoruz. Her programdan önce öğretmen eğitimleri yapıyoruz. Çocuk odaklıyız. Çocuğu bir birey olarak kabul ediyor, hatalarımızdan dersler çıkararak ilerliyoruz. Başlı başına çocukları eğitmenin gerçek bir değişim yaratmayacağının bilinciyle anne-baba eğitimleri de yapıyoruz. Turgut Uyar’ın dediği ve en başından beri yol arkadaşım olan Muzaffer Hoca’nın dilimize doladığı gibi “ Efendimiz acemilik…” demeyi hiç unutmuyor, heyecanımızı taze tutuyoruz.

Çalışmalarımızın başka bir çıkış noktası ise bizim çabalarımızı sosyal medyadan ve farklı mecralardan takip eden Konak Belediyesi’nin yönetici kadrosu. Konak Belediye Başkanı Sayın Sema Pekdaş ve yönetici kadrosu eğitimde yeniliğe ve farklı deneyimlere çok açık. Bu durum bizim gibi alternatif eğitim deneyimleri uygulayan bir ekip için çok büyük bir destek sağlıyor. Ayrıca Konak Belediyesi’nin eğitime açtığı merkezlerde çalışan personelin, yaptığımız çalışmalara verdikleri destek bizi çok mutlu ediyor. Yaptıklarımıza inanıyorlar ve işimizi kolaylaştırmak için çok çaba gösteriyorlar.

Uyguladığınız yöntemlerle içinde çocukların ne gibi kazanımlar elde etmesi hedefleniyor?

Bizim için her çocuk birbirinden farklı. Dolayısıyla öğrenme biçimleri de çok farklı. Kazanımları belirlerken bir çok becerinin gelişimine hizmet etmek, temel amaç olarak çocukların her yönüyle farkındalıklarını arttırmak, dinleme ve anlama odaklı, empati becerisi yüksek, teknolojiyle günlük hayat becerilerini birleştirebilen çocuklar yetiştirmek istiyoruz. Ama bir dezavantajımız var; o da zaman. Gerçek ve kalıcı bir değişim yaratmak için iki ay çok kısa bir süre. Bir de biz ekip olarak yaz öğrenmelerinin en kıymetli öğrenme mevsimi olduğuna inanıyoruz. Yazın çocuklar eğlenmeli, keyif almalı. Açıkçası keyif almaları bizim için yeterli.

Çocukların öğrenme sürecine dair ne gibi gözlemleriniz var?

Dediğim gibi keyif alarak öğreniyorlarsa ne mutlu bize.   Daha çarpıcı bir şey söyleyeyim çocukların çabalayıp da öğrenemediği şeyler varsa o bizi daha çok mutlu ediyor. Çünkü bizim çocukların en çok ihtiyacı olan şey öğrenmek için çaba gösterme heyecanını yeniden kazanmaları. Var olan okulların çocuklarımıza yaptığı en büyük kötülük doğuştan gelen öğrenme merakını öldürmesi. Bu kısa sürede merak duygusunu uyandırmak bizim için en büyük mutluluk ve kazanım.

Farklı semtlerde programlar uyguluyorsunuz. Yaşam biçimlerine göre çocukların öğrenme süreçlerinde farklılaştığını düşünüyor musunuz? Semtler değiştiğinde, öğrenme süreci değişiyor mu ya da çocukların yaklaşımları farklılık gösteriyor mu?

Elbette değişiyor. Sonuçta eğitim aynı zamanda bir kültürel-sosyal aktarım süreci. Güzelyalı Eşrefpaşa, Karataş başka bir deneyim, Zeytinlik, İsmetpaşa bambaşka, 1. Kadriye en başka… İhtiyaçlar ve beklentiler değişiklik gösteriyor. Biz bütün bölgelerin ihtiyaçlarına cevap vermeye çalışıyoruz. Bölge bölge anlatmaya kalksam bu röportaj çok uzayabilir. Ama şunu söylemden edemeyeceğim. Bölgesi, yaşadığı yer, dili, ırkı, yaşantıları ne kadar farklı olursa olsun, nereye gidersek gidelim çocukların yüreği, gözlerindeki ışıltı hep aynı. Onlar iyi ki varlar.

Yazarın dediği gibi: “Dünyada çiçek, çocuk ve kuş olduğu sürece korkma; her şey yolunda ve umut var demektir.”

Ne kadar güzel söylediniz, okurlarımızla paylaşmak istediğiniz başka bir şey var mı?

Okurlardan ricam bambaşka bir eğitim için çabalayanlara omuz vermeleri. Çünkü çok ihtiyacımız olacak. Önümüzdeki günlerde öğretmenleri bir  “ADA”ya davet edeceğiz. Bu kısım şimdilik böyle kalsın. Okurlar önümüzdeki günlerde sosyal medya üzerinden bizi takip etmeye devam edebilirler.

Eğitimi dönüştürme hayalimizin “ada”larını yaratmak umuduyla görüşmek üzere.