CİHAN SAMGAR / İZ GAZETE

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde 12 işçinin haksız yere işten çıkarılması sonrasında DİSK’e bağlı Genel İş 1,2 ve 3 No’lu şubeler yarım gün iş bırakma kararı almıştı. ESHOT grevinin İZDENİZ greviyle aynı zamana gelmesi nedeniyle belediye bürokratları sendikacılarla görüşmeler yaparak grevin ertelenmesini istemiş, işten atmaların durdurulacağı sözünü vermişti. 1 No’lu şube grevden vazgeçmiş, ancak geçtiğimiz hafta işçilerin iş akitleri resmi olarak feshedilmişti. Haksız şekilde işten atıldıklarını düşünerek,  ‘Adalet’ talep eden 12 işçiden Yakup Fırat gazetemize yaşanan süreci tüm detaylarıyla anlattı. Fırat, sendikasına da çağrı yaptı. İşte gerçekleşmeyen ESHOT grevinin, bir işçinin ağzından perde arkası…

Öncelikle bize kendinizi tanıtır mısınız?

“Ben ESHOT’ta atölyede görevliydim. Yüksel Çakmur Büyükşehir Belediye Başkanı’yken, 1989’da atölyede işe başladım, hükümlü kadrosundan. Hükümlülüğüm darbeye dayanır, darbeden kaynaklıdır. Sekiz yıl bir fiil çalıştım atölyede. Sonrasında yine bir kesinti olmuştu. 3 yıllık kesintiden sonra bu sefer Ahmet Piriştina döneminde tekrar işe alındım. Yine aynı atölyede iş başı yaptım. 17 yılın sonunda verimsizlik gerekçesi ile işten çıkarıldık. Ayrıntılı bir şekilde incelenerek bakıldı benim durumuma. Rapor vesaire hiç kullanmamışım.

Ben atölyede oto boyacıyım. Otobüsleri boyuyoruz. Orada son dönemde işi dışarıya, başka bir şirkete verme durumu oldu. İşçileri yetersiz gördüklerinden, yaklaşık 1300-1400 araç dışarı veriliyor, o zaman için öyle düşünülmüş. Dışarıya iş verilirken şartname hazırlanır, bizim de bu olaydan haberimiz şartname hazırlanırken oldu. Şeflerimiz aracılığıyla öğrendik. Çünkü iş bize geliyor. Bu şartname hazırlanacakta, bu işi biz biliyoruz. Nesne, hangi noktalara dikkat edilecek, nasıl yazılacak biz biliyoruz. Biz öyle öğrendik. Daha sonra sendikamız bu işin neresinde diye sorgulamaya başladık. Biz işverenden kaynaklı diye biliyorduk. Biz Genel-İş 1 No’lu şube üyesiyiz bu arada. İşyerindeki sendika temsilcilik odasında sendikacılarla bir araya geldik. Sendikacılar kendileri dile getirdi ‘bu bizim önerimiz, işverene bu teklifi biz götürdük, altı aydır bunun peşindeyiz’ diye. Bunun sonrasında da odada bir gerginlik yaşandı. Bir sendika ne için vardır? Kendi üyelerinin iş güvencesi ve daha iyi koşullarda yaşamını sürdürebilmesi için vardır. İşçileri korumak için vardır. Sonrasında diğer arkadaşlara da haber verdik onlarda odaya geldiler. Diğer arkadaşlarım da benim gibi düşündüler. ‘Böyle bir şey olamaz’ diye çıkıştılar. Eğer burada işçi yetersiz ise sen sendika olarak işçi alımını öner. Personel yetersiz ise talep edersin. Ben 89 yılında ESHOT’a girerken 25 tane boyacı vardı. O zaman araba sayısı 800 ile 1000 arasıydı. İzmir’in nüfusu 3 milyona yakındı. Bugün 2500 araba var, işçi sayısı 12, İzmir’in nüfusu 5 milyona dayanmış. Burada büyük bir personel eksikliği var. Daha önce bir işçinin yapacağı işi bir işçi yapıyordu, şimdi 5 işçinin yapacağı işi tek işçi yapıyor. Fark ortada. Bunların hepsini bir bir anlattık. Senin yapacağın dedik, gidersin masaya ‘bu iş böyle yürümez, personel eksikliği var demek’ dedik. Personel eksikliği her tarafta var sadece boyahane değil. Her birimde eksiklik var. Bütün işleri dışarı verirsen o zaman sendikanın da anlamı kalmaz ki. Böyle bir gerginlik yaşadıktan sonra şube yöneticileri ESHOT Genel Müdürlüğü’ne gittiler. 1-2 gün sonra aşağıya, boyahaneye indiler. Böyle bir şey olmadığını, herkesin işine dönmesini söylediler. Hatta yanımıza gelirken bizleri suçlayarak ‘bazı kişiler bizi genel merkeze şikâyet etmişler’ diyerek geldiler. Biz de bunun üzerine ‘siz gereğini yapmazsanız tabi ki de genel merkeze haber vereceğiz’ dedik. Genel merkez niçin vardır? Sen görevini yapmıyorsan tabi ki şikâyet edeceğiz. 1-2 gün sonra bu sefer ESHOT Genel Müdür Yardımcısı Fazıl Bey aşağıya, boyahaneye geldi. Boyahaneye hiç gelmeyen bir adam aşağıya inmiş beni arıyor. Orada 10-12 işçi var, beni arıyor. Kendimi tanıttıktan sonra bana ‘sen işçileri çalıştırmıyormuşsun, işe engel oluyormuşsun’ gibi suçlayıcı şeyler söyledi. Hiç açıklama şansı tanımadan ‘senin üstün neden temiz, neden ellerin kirli değil?’ gibi suçlamalarda bulundu. Sonra diğer arkadaşlar da geldi, onlar müdahale etmek istediler, ama konuşturulmadılar. Ben de bildiğim, öğrendiğim şeyleri, şubeye söylediklerimi tekrarladım. Durumu izah etmeye çalıştım. Sonraki gün Fazıl Bey sendika odasına geliyor; ‘Benim babam işçiydi, işçi çocuğuyum ben, işçinin halinden anlarım, işçinin ne olduğunu bilirim’ diyor, ben de o zaman ‘işçinin yanındaysanız sorun yok, biz sadece iş güvencemizi istiyoruz’ dedim. “

12 çalışanın işten çıkarılma süreci nasıl başladı?

“Bunlar yaşandıktan sonra yaklaşık 1 ay sonra böyle bir durum ortaya çıktı. Genel merkezle de konuştuğumuzda bahsettiğim olayın gündemden çıktığını söylediler. Fazıl Bey’in gelmesinden 15-20 gün sonra da bir genel toplantı oldu. Genel müdürün de katıldığı bir toplantı yapıldı. 60-70 kişilik bir işçi topluluğuyla yapıldı bu toplantı. Bu toplantıda Genel Müdür genel gidişattan, daha özverili çalışmamız gerektiğinden bahsetti. Kurallardan falan bahsedilen bir toplantıydı. Aslında ilk sinyali de orada verdi. ‘Bazıları kurallara uymuyor, kurallara uymayanlarla yollarımızı ayıracağız’ diyerek. Fazıl Bey’e anlatılan Genel Müdür’e de anlatıldı. Eskiye göre personel eksikliğinden bahsedildi. Gerekenin 1/3’i kadar işçi var denildi. İşlerin aksamasının sadece işçiden kaynaklı olmadığından bahsettik. Bu toplantıdan yaklaşık 20 gün sonra çıkış haberi geldi. İşten çıkarılan 12 işçiden 4’ü atölyeciler. Birisi de benim. Süreç böyle başladı.”

Sendika 3 Ağustos’ta grev kararı almışken, gece yarısı bazı sözler verilerek grev kararı iptal edildi. Sendikanın bu tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

“O tarihteki basın açıklamasına biz de katıldık. Gelinen son noktada büyükşehir belediyesi bürokratlarıyla bir sürü görüşmeler yapıldı. ‘Artık yeter’ denildi. Bu görüşmelerde üç şube vardı Genel-İş’ten. 1 No’lu, 2 No’lu ve 3 No’lu şube... Başkanları da açıklamalar yaptı ve bir mücadele başlangıcı sözü verildi. ‘Ne gerekiyorsa yapılacak’ dendi. Biz de destek verdik, alkışladık. ‘Bu iş artık son kerteye geldi, artık yeter bürokratların bizi bu kadar hor gördüğü, düşman gördüğü yeter’ denildi. Bu bizim umutlanmamıza sebep oldu. Her gelen işçiye vuruyor, her gelen işçiyi kötülüyor, bütün kötülüklerin anası işçi diye bakılıyordu, öyle bir ortam vardı. Bunların üzerine böyle bir mücadele başlangıcı yaklaşımı bizim için umut oldu. ‘Bu çözüme kavuşacak, olumlu sonuçlanacak’ diye bayağı umutlanmıştık. Alkışlarla aldığımız grev kararı neden iptal edildi anlayamadık. Herkes çok kararlıydı. Ne oldu da birden iptal edildi? Hangi koşullar değişti ki böyle bir karar aldınız? Birlik beraberlik mesajları verilmişti. Benim için o beraberliğin içine limon sıkmak gibi bir şey oldu. Şubeler de birbirine girdi. 12 kişi için bu karar alınmıştı. İşveren de ‘bu 12 kişiyi değerlendiriyoruz’ demiş, bize de ‘kesin işe dönersiniz’ diye söylendi. Ama bugün gelinen noktada hiçbir kazanım yok. Hatta atölyede işten çıkarılan arkadaşlarımız gitmiş iş başı yapacağız diye aldıkları cevap; ‘sizin çıkışınız var, hiçbir gelişme yok’ şeklinde olmuş. Verilen sözlerin tutulmasını bekliyoruz.”

‘BİR SENDİKA NE İÇİN VARDIR?’

“Bu kadar ucuz olmamalı bazı şeyler. Bir sendika niçin vardır? İşçinin haklarını korumak için vardır. Bugün 3 sendika şubesi biraraya geliyor. Neredeyse 20 bin üyesi var. Yani İzmir’de yaşamı durduracak bir eylem kararı alıyorsun, işverenin tek bir lafına bunu iptal ediyorsun. ‘Bize zaman tanıyın 10 gün, değerlendirip döneceğiz’ demişler. Bir ay geçti, herhangi bir gelişme yok. Bugün az önce uğradım şubeye Büyükşehir Belediyesi’nden haber bekliyorlarmış. Adam çıkışımızı vermiş, bizimkiler bizi oyalıyor, aptal yerine koyuyorlar. İşin gerçeği belli, belli de şimdi bu Genel-İş 1 No’lu şube ne yapacak, merakla bekliyoruz. Söylenen şeyler neden yerine getirilmiyor?”

‘GENEL-İŞ 1NO’LU ŞUBE İSTERSE HAYATI DURDURUR’

“1 No’lu şube aslında İzmir’in motoru. Neden? Ulaşım elinde. 3000’in üzerinde üyesi var, rahatlıkla söyleyebilirim 2500’ü şofördür. İsterlerse hayatı durdurabilirler İzmir’de. Bunların farkında oldukları halde, bu konuda defalarca tartışmamıza rağmen, şubede bir hareket yok. Ben muhalif bir insanım. Şubeye de muhalifim. İşçi sınıfının çıkarları için, kendi çıkarlarım için değil. İşçi sınıfından yana tutumları olmadığı için her zaman işverenin kapısında beklemiştir. Elindeki gücü işçiden yana kullanmıyor. Bir sözleşme dönemi yaşadık, yaklaşık 6 ay sürdü. Her şey hallolmuş, ücret konusuna gelinmiş o zaman bir toplantı yapıyor atölyede. Bu sürede hiçbir toplantı yapmamışsın üyelerinle, son noktaya gelmiş ‘işveren bunu veriyor, ne diyorsunuz?’ diyor. Bu çok tehlikeli bir tutumdur. Çünkü sen 2 yıllık süreçte bu işçilerin hangi koşullarda çalışacağının kararını veriyorsun. ‘İşçinin taleplerinin işveren tarafından karşılanabilmesi için nasıl bir mücadele vereceğiz’ demiyor, toplantılar düzenlemiyor. Hatta biz bunları anlattığımız için rahatsız oluyorlar. Sürekli ‘sen ne zaman emekli oluyorsun’ diyor. Benim de bu 12 kişinin arasında olmamın tek nedeni bu. Ben sendikayı suçlu görüyorum şu an ki durumdan. Adam yukardan geliyor ‘Karayakup kim?’ diyor. Ondan önce şube gitmiş anlatmış olanı biteni, beni oraya götürüyor takip ettiğim izler. Benim atölyede işe gelmediğim gün sayısı beştir. Rapor yoktu. Ama işveren randımansız olduğunu iddia ediyor. ‘Beni mahkemeye verenleri, sosyal medyada hakaret edenleri ben işten atıyorum’ diyor. Atölyecilerin böyle bir durumu yok. Olsa bile bunlar işten çıkarma nedeni olamaz. Disiplin diye bir bölüm var, disipline yollarsın. Delillerin var ise sunarsın. Ama bunların hiçbiri yok. Bütün sözleşme haklarımız ihlal edilmiştir. Sendika da maalesef yapması gerekenleri yapmamıştır. Biz her ne kadar Türk-İş için hükümetin arka bahçesi diyorsak, bizim Genel-İş’imiz de maalesef CHP’nin arka bahçesi olmuştur. İstisnalar kaideyi bozmaz, mücadeleci bir şube var burada ama bu geneli değiştirmiyor ki. Bugün hemen hemen 20 bin üyesi var İzmir’de Genel-İş’in. En güçlü olduğu yer. Ama çıt yok. Bugün 120 işçi işten atılmış, hiçbir hareketlilik yok. Bu CHP’nin arka bahçesi olduğunun bir göstergesidir.”

>Peki, sendika ne yapmalı?

“Verilen bir söz var ortada. Bir eylem kararı alınmış. Bunu bütün İzmir halkı, basını biliyor. Tekrardan bu eylem kararı düşünülmeli ve uygulanmalıdır. İşverenin desteği ile şubeler arasında kırılmalar olmuştur. Ama bu işçilerin maduriyeti açısından, bu kırgınlıklar düşünülmeden hızlı bir şekilde bir araya gelinmelidir. Bunun önü kesilmelidir. Sen sınıftan yana tutum sergilemezsen, adamlar 500’lerden, 600’lerden bahsediyorlar, işten atmalar artarak devam edecek. Yarından tezi yok bir araya gelinmeli. Rahat bir yaşam için, gelecek için bu gerekli. Hava gibi, su gibi, ekmek gibi ihtiyaç var buna. Yoksa bu belirsizlik ne zamana kadar devam edecek? “

‘KENDİ ÖZ ÖRGÜTLERİMİZDEN DARBE YİYORUZ’

“Benim emekliliğim dolmuş. Ben bugün SGK’ya gidip dilekçemi verip ayrılırım. Yani ‘Karayakup sorunu’ değil bu. Ben geçmişimden bugüne kadar hep mücadele içinde yer aldım. Bu yüzden cezaevinde yatmış bir insanım. Bu deneyimlere bakarak benim kendimi kurtarmak gibi bir derdim olmadığı anlaşılsın. Bizden sonra hayat devam edecek. Güzel günler devam etsin diyoruz. Sınıf mücadelesi ne gerektiriyorsa, koltuklarında oturan sendikacılar onu yapmalı. Sendikal mücadele maalesef altı boşaltılmış bir noktada. Hızlı bir şekilde değişmeli. Bu da taban için önemli, sınıf mücadelesinde yer alanlar için önemli. Ne yazık ki biz kendi öz örgütlerimizde bunları görüyoruz, kendi öz örgütlerimizden darbe yiyoruz. Dediğim gibi benim işten çıkarılmamın tek nedeni şubeye muhalif olmam. Onları eleştirdiğim için, doğruyu söylediğim için kovuluyorum dokuzuncu köyden. İşverenle araları iyi olduğu için bizi bu torbanın içine attılar.”

‘İŞÇİ GELECEĞİ İLE İLGLİ KARARI KENDİSİ VERMELİ’

“Bir işçi atölyede olsun, fabrikada olsun, geleceği ile ilgili kararı kendisi vermeli. Benim emekli olmam birilerinin baskısıyla değil, benim istememle olmalı. Ben bugün yapabildiklerimle çocuğuma bir gelecek hazırlamışım, ben bu iş yerinde kendi öz irademle gidiyorum diyebilmeliyim. Ama adamlar her sözleşme döneminde ‘sen daha emekli olmadın mı?’ diyor. Neden? Çünkü onları rahatsız ediyorum. Konuşan birkaç kişiden biriyim. Onlar kimse konuşmasın, biz söyleyelim onlar alkışlasın istiyorlar. Konuşmamıza bile tahammülleri yok. İşverenle sendikanın kanka olması bizi bu noktaya getirdi.”