Elimde bir kitap tutuyorum. Heyecanla kavrıyorum onu. Daha önce farklı kapsamlarda baskıları yapılmış olmasına rağmen okumamışım. Bu elimdeki son ve en geniş hali… Beni heyecanlandırıyor. Elimde, kitap haline gelmiş mektuplar tutuyorum.
Mektup, kurgulanarak edebi bir tür olarak yazılmamışsa büyük bir gerçeklik taşır. Bu mektuplar kurgu değil. Bu mektuplar edebiyatımızın önemli bir yazarının kaleminden çıkmış, katman katman kendisinin edebiyatına açılan, aynı zamanda edebiyatımızın bir dönemine tanıklık eden mektuplar. Cesur, sakınmasız… Bu mektuplar Sevim Burak’ın mektupları… Hasan Güçlü Kaya’nın yayına hazırladığı ve Biri Yayınları tarafından geçtiğimiz Kasım ayında yayımlanan “Mektuplar”.
Farklı mecralarda yayımlanan yazılarımı takip ederseniz kitap ve mektuplar hakkında daha ayrıntılı yazacağım. Yine de buradaki köşeme onu taşımak, kitabın serüveninden ve Sevim Burak’ın kendisinden bahsetmek istedim.
Sevim Burak’ın mektupları ilk baskısından bu yana epey tartışmalı. Burak’ın oğlu Karaca Borar 1990’da mektuplarla Türkiye’ye gelip onları yayımlamak istediğini söyleyince beklemediği tepkiler almış. Mektupları yayımlatmış, ardından yine tepkilerle karşılaşmış. Sevim Burak’ın ikinci eşinin engellemeleri, başka mirasçıların engellemeleri derken mektupların yayımlanması hep problemli olmuş. Karaca Borar en sonunda bu elimde tuttuğum baskının geldiği halden mutlu. Mektupların nihayet ortaya çıktığını söylüyor Aslı Uluşahin’e bir söyleşisinde.
Bu mektuplarda bir özel hayatın yanında bir dönemin edebiyat ortamına tanıklık var. Edebiyatımızın sevilen isimlerine dönük açık, samimi, zaman zaman sert eleştiriler var. Bu mektuplarda bir kadın var, bir yazar var, bir anne var. Bu mektuplarda bir yazarın yazım süreci var. Bu mektuplarda bir yazarın hayatı var. Bu mektuplarda Sevim Burak’ın naif ve insancıl tarafı var…
Sevim Burak’ın zorlayıcı bir dili, dil ile farklı bir ilişkisi var; dolayısıyla farklı bir tekniği. Korkulan, hatta kaçılan bir yazar olduğunu da söyleyebiliriz. Hatırlıyorum, Sevim Burak’ın Yanık Saraylar adlı kitabını merak ettiğimde biri aklımı hiç karıştırmamamı söylemişti bana… Varsın karışsın o akıllar! Belki hâlâ tam anlamıyla deşifre edilmiş, anlaşılmış bir yazar değil Sevim Burak. Bu nedenle de belli ve küçük bir kitlesi var. Bu sebeple belki sadece cesaret edip okuyana yeni kapılar açıyor, yeni anlamlar yaratma olasılığı sunuyor.
Asuman Susam, Mektuplar için kitapta yazdığı yazıda kadın, Yahudi ve yazar olarak Sevim Burak’ın belleğinde bir ötekiler cehennemi taşıdığını söylüyor, bunu aşmanın en radikal yolu olarak da dili seçtiğini, okurun da kendi Sevim Burak öyküsünü oluşturabilmek için yazarken yaptığı montaj tekniğini uygulaması gerektiğini…
Oğlu Karaca Borar, annesinin çılgın ve söz dinlemez bir kadın olduğundan bahsediyor. İlişkileri de klasik bir anne-oğul ilişkisinden farklıymış elbet. Sevim Buraklık yaparmış annesi, annelik değil. Bir de köfte yaparmış ama onu da pek beceremezmiş. Oğlu onun esas işinin edebi kişiliği olduğunun altını çiziyor ve en doğruyu yaptığını düşünüyor, kendisiyle klasik bir anne gibi ilgilenmemiş ama Sevim Burakça ilgilenmiş.
Zaten Sevim Burak edebiyatında anne kavramını da tartıştırır okura. Ayrıca konu yoktur onun edebiyatında. Konu -onun deyimiyle- edebiyatın kendisidir. Hasan Güçlü Kaya’nın sunuşunda bahsettiği gibi Burak, yazdığı dönemin edebiyatından sıkılıyordur. Başka bir edebiyat mümkündür ve o bunu yaratıyordur. Edebiyat onun için bir oluş halidir.
“Bu mektuplar okura bir yazarın nasıl çalıştığını, yazı ve zihin arasında nasıl bağ kurduğunu, dünyaya bakışını, kurgu ve gerçekle ilişkilenme biçimini, dille dilden nasıl çıktığını, döneminin koşullarını yansıtan önemli belgeler” diyor Asuman Susam. Ben Sevim Burak’ın mektuplarında geziniyorum bir süredir. Belki siz de katılmak istersiniz.