Çocukluğumuzun akşamüzeri futbol oynamakla geçti. Topu olan arkadaşı mecburiyetten maça alırdık. Yetenekli arkadaş, bu yüzden kenardan izlerdi oyunu. Açılan sergilerin durumu böyle maalesef. Akademisyen, sanatçı, koleksiyoner çevreleri bahçenin kenarına davet ediyorum. Esas iş yükünün mecburiyetini orada bulacaksınız düşüncesindeyim. Fakat benim sıkıntım, patlak topunu çocukluğunda bırakmış seyirci… Şimdi nerededir? Neden bir sergiye gitmez onu düşünüyorum. Halbuki sergi kurgusu, üretimi ile bir meseledir. İki, üç yıllık bir konsept arayışı! Bunun boyası, tuvali, çerçevesi, git gel nakliyesi. Onbeş günlük bir bekleyiş ve sessiz sedasız kaybolur sergi… Potansiyel seyirciyi motive etmeye çalışıyorum. Sergilere giderek orada tartışarak, öğrenerek, sanatı hep birlikte bir yere taşımak gerek.
Sokakta top oynayan çocuklardan biri bir gün atölyeme bilerek top kaçırıyor.
Çocuk “Ağabey resimlerine bakabilir miyim?” Sessizlik…
“Senin paletindeki renklerin güzelliği yeter bana!” … Şaşırıyorum…
Ingress’in doğacak eserin, başarısını palete çeken düşüncelerinin bir özeti… Çocuğu araştırdım. Okul çağında bile değil. Ailesinde bir ressam yok. Urfalı bir lokantanın küçük kızı. Bilen seyircinin ağdalı çehresinde bu sezgi yok maalesef. Bilmeyen seyircisininde gayreti…
Gelelim galeri ve müze kanadına. En kızdığım tarafı hafta sonları kapalı olma insiyatifleri. Çalışan kesimin hafta içi paydos saatlerinde galerileri kapatırsak; sergiye kim nasıl gelsin? Cumartesi, Pazar kapalı bir alanın sanat adına bir şey yaptığını düşünmüyorum. Geriye kalan açılış geceleri... Genelde sanatçının her gün vakit geçirdiği bildiği bir çevre. Kokteyl masasının önündeki sayılı içecek ve yemiş ağdalı bir “ Mona Lisa” ilgisiyle alkışlanıyor. İlerlemeyen plastik alan, tutarlı kolektif bir politika geliştirmeli.
Oyak Sitesi’nde bir balkondan Göztepe Stadyumu’nu gördüm. Boş duvarları çoktur şimdi. Hem top oynarız hem taraftarı başka bir seyirci alanına çağırmış oluruz. Ne dersiniz?
Sevgi ve saygılarımla…