İzmir!
Işığın kenti… Yetmiş iki milletin kardeşçe yaşadığı, sofrasını paylaştığı çapkın Egeli. İnsanlarını Ege Denizi’nin mavi tılsımıyla büyülemiş, bir efsunlu rüyada eşitlemiş kadim ziynetlerin yurdu.
Sokaklarında insanlar, kediler, çiçekli balkonlar… Köşebaşlarından taşan aşklar…
Bir bayram yeri gibidir İzmir. Ve bayram yerindeki çocuklar gibidir biraz İzmirli.
İzmir’de bahar kumru seslerinin müjdecisidir ve elbette otların cibes, şevketi bostan, istifno, radika… İzmir’de bahar bereketin, bolluğun müjdecisidir ve elbette balıkların sardalye, barbun, çipura, isparoz… İzmir’de bahar bir yaşam sevinciyle gelir ve her sofraya kendi meşrebince taşır mutluluğu; sonra da yerleşir evlerin başköşesine. Sofralar kurulur. Masalarda çıldırtan lezzetiyle tulum peyniri, diliminden bal damlayan Kırkağaç kavunu, buz gibi soğutulmuş rakılar… Sokaklar anason kokar İzmir’de bahar gelince.
Delikanlılar daha bir sevdalı, genç kızlar daha bir hülyalıdır bahar gelince İzmir’e.
Bahar gelince İzmir’e, İzmir daha bir İzmir olur. Ege’nin mavisi bile daha bir mavi, yaprakların yeşili bile daha bir yeşil olur.
İzmir’in bir cümlesi var. Kurulamayan bir cümle… Kurulamadıkça ağızda büyüyen bir cümle. Öyle bir cümle ki, edilemiyor, edilse bile duyulmuyor, duymazdan geliniyor. Nice uygarlıklar yaratan, büyüten bu topraklar korkunç bir sessizliğe gömülmek isteniyor. İnsanı delirten, uğultulu bir sessizliğin kıskacında boğulması bekleniyor bu cümlenin.
İşte bu anda… Tam da bu anda… Sessizlik ucundan yırtılmaya başlıyor. Solukları bile duyulmaz olanların sesi yavaş yavaş yükseliyor. Sınıfın arka sıralarına yollananlar parmaklarını kaldırıp söz istemeye başladılar. Şu kavurucu yaz sıcağında, bir bahar uyanışı sarıyor İzmir’i.
Tarih kitaplarında hep büyük insanların hikâyesi anlatılır. Hiçbir tarih kitabında kralın ayakkabılarını boyayan, yemeğini hazırlayanların hikâyeleri anlatılmaz. İşte tiyatro sanatı bunun için var; hikâyesi anlatılmayanların sesi olmak için.
Bir tiyatro emekçisi olarak sesi duyulmayanların, görmezden gelinenlerin, yok sayılanların sesi olmaya hazırlanan İz Gazete’yi selamlıyorum.
“Hiçbir vakit tam karanlık değil gece” demiş Paul Eluard.
Dostlar… Karanlığın bunca önümüze yığılmasına aldırmayın. O yoğun karanlığın içinde küçük bir ışık vardır. İşte umudumuz da, inadımız da o küçük ışıktadır.
Hoş geldin İz Gazete!